Terminator ile yeniden...
Terminator 3: Rise Of The Machines ile ilgili söylentiler ortalarda gezdiği sıralarda Infrogames firması durdurulamayan ve ölümcül robotları tekrar konsollarımıza getirmeye hazırlanıyor. Bu yeni oyun zaman periyodu olarak kendine 1. ve 2. filmden önceki bir zamanı seçmiş ve oyunda Kyle Reese olarak Terminator'ü durdurmaya çalışıyoruz. Yani oyun filmindeki gibi ileri, 2000'li yıllarda değil de bizim zamanımıza yakın bir süreç içerisinde geçiyor.
Oyun 2027 yılında cereyan ediyor ve oyunda insanlardan kurulu bir birlik, Skynet'in tehlikeli güçlerine karşı mücadele ediyor. Terminator'ler ve diğer tehlikeli makinelere karşı mücadele ederek 1. filmin başladığı yere doğru gelmeye yani oyunun sonuna ulaşmaya çalışıyoruz. Reese'i yöneterek herkezin favori insan düşmanı Cyborg'unun elinden Sarah Conner'ı (insanların birliğinin lideri John'un annesi) kurtarmaya çalışıyoruz. Reese ile birlikte seçebileceğimiz 3 Tech Com üyesi olacak (diğerleri de Special Operations görevlisi Catherina Luna ve Captain Luther Perry). Her karakterin kendine göre değişen gücü, dövüş sistemi ve özel silahları olacak.
T-800
Oyunda birbirinden zorlu 12 görevin yanında ayrıca düşmanlara karşı kullanabileceğimiz birbirinden farklı 20 silah olacak (roketatarlar, şok silahları ve patlayıcılar). Oyundaki her bölüm birbirinden detaylı olacak ve çevre ile etkileşim de yüksek olacak. Real time yıldırım ve gölge efektleri konsollarımızda oldukça güzel gözükecekler. Birbirinden farklı ve yapay zekası yüksek 15 düşmanın yanında ayrıca korkulu rüyamız T - 800 de oyuna dahil olacak.
Oyunda dinamik bir kamera sistemi olacak ve böylece düşmanları hedeflemek için hem hızlı hem de dikkatli olmamız gerekecek. Oyun hem 1. hem de 3. şahıs görünümünden oynanabilecek ve ağzına kadar aksiyon bizi bekliyor olacak.
Kullanabileceğimiz editörlerin de eklenmesi beklenen oyunda ayrıca filmden alınan Soundtrack'ler de oyunu süsleyecek. Terminator: Dawn Of Fate'in 2002'nin sonlarına doğru hazır olması bekleniyor. Oyunla ilgili daha fazla bilgi ayrıca E3 fuarında da verilecek. Oyun hakkındaki gelişmeleri Terminator: Dawn of Fate'in resmi web sitesi http://www.terminator-game.com dan da takip edebilirsiniz.
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
1 Şubat 2011 Salı
Sudden Strike II İnceleme
Yeniden 2.Dünya Savaşına dönüyoruz. Sudden Strike ve expansion paketi ve ardından çıkan Sudden Strike Forever güzel grafikleri ve sıkılmadan oynayabileceğimiz tarzıyla strateji savaş oyunu dalında en çok satan oyun ünvanına sahip olmuştu. Oyunun temeli 2.Dünya Savaşına dayanıyor.. Oyunun bu başarısını gören CDV ve Fireglow, oyunun devamı olan Sudden Strike II ‘yi çıkarmaya karar verir.
Yapımcılar ilk bölümdeki gerçekçiliğin ikinci oyunda da devam edeğini belirtiyor. Yine tarihi gerçeklere dayanarak meydana gelecek olayların içinde kendimizi bulacağımız bu oyun ilki gibi sağlam bir savaş mentalitesine sahip. Oyunda Almanları seçerseniz; Rhine’ı kontrol etmeye çalışacaksınız, tabii bu Alman tarafı olunca iş zorlaşır, Japonları seçerseniz; o unutulmaz Okinawa etrafında çarpışmalara gireceksiniz. Birim seçme, hareketler ve komutalar arabirim olarak Warcraft’ı andırıyor.
Sudden Strike II çeşitli oyun modları bulunuyor;
- Campaign: 5 miletten isteğimizi burdan seçebiliyoruz. Bölüm 10 gorevden oluşacak ve bunların herbirini geçmek için 1-2 saat harcamanız gerecek.
- Single Scenarios: Burada çeşitli türde çarpışmalar sizi bekleyecek, mesela “ annihilate the enemy completely”( Düşmanı tamamen yok etmek), “ assassinate the enemy general”(Düşman generalini katletmek) ya da “ destroy the enemy bridge” ( düşman köprüsünü yok etme) gibi çeşitli görevler single playerde sizi bekliyor.
- Multiplayer: Burada karşıdaki oyuncuların bölgelerini ele geçirmeye çalışırken, gelen saldırıları da savuşturmaya çalışacaksınız.
Oyunda zorluk seviyesini de ayarlayabileyeceğiz, burada düşmanın gücünü veya sayısını azaltamayacağız, ama fog-of-war ile gözetleme özelliklerini artırıp indirebileceğiz. Mesela, generallerin veya subayların dürbün kullanıp haritanın neredeyse yarısını görmelerine ve işimizi zorlaştırmalarına izin verebiliyoruz. Birimlerin ayrıca gözcü uçağa sahip olup olmamaları ile piyadelerin hızlı hareket edip bizi daha kolay farketmelerini de sağlayabiliriz.
Oyuna yeni bir de özellik eklenmiş, artık birimler RPG oyunlarındaki gibi experience kazanabilecek. Birimler zor çarpışmalar atlatıp sıradaki görevlerde de yer alabilecekler. Fireglow böyle yapmakla stratejik olayı ön plana koyup kalabalık güce sahip olan tarafların kolaylıkla kazanabileceği bir durum yaratmış oluyor. Bir yenilikte grubu etrafa yayma (scatter) tuşunun eklenmesi. Tuşa basarak birimlerin dağılıp etrafı kolaçan etmesini sağlayabileceğiz, artık sürpriz saldıralara hayır.
Bu yeniliklerin yanında , artık Japonları seçtiğimiz zaman olayların tek tek değil de bir bütün içinde gerçekleşecek. Mesela ilk görevin, birimlerinizi bir botla kurtarıp ormana götürmek olacak, bu görev traning özelliğini içerecek.
Sudden Strike II de deniz yolculukaları da bizi bekliyor, taaruz gemileri ile çıkarma yapabileceğiz. Ayrıca trenleri kullanarak birimlere muhimmat desteği yapabilir, bunun yanında tüneller kazıp birimleri onları içine koyarak onların farkedilmesini önleyebileceğiz. Kullanacağımız araçlar arasında yine kamyonlar, ilk yardım arabaları ve uçaklar tam tarihte olduğu gibi oyuna aktarılmış. Bu araçlarla kapasiteleri doğrultusunda asker taşıyabilirsiniz, ama adamlar buna da çare bulmuş, örneğin bir tank dört kişilik yere sahip ama siz bir kişi daha koymak istiyorsunuz, onu da tankın üstüne süren askerin yanına koyabilirsiniz. Araçları kullandığınız gibi onları düşmanın elinden de alabilirsiniz. Yaratıcı oyuncular araçlara zarar vermeden sürücüyü öldürüp aracı kendine katacaktır.
Genel olarak ilkinin mirasını ileri taşıyacağı kesin gibi görülen bu devam oyunu aşağıda da belirtilen yeniliklerle Sudden Strike hayranları ve strateji sevenler için iyi bir alternatif olacağa benziyor..
Oyunun Özelliği:
- Amerika, Japonya, İngiltere, Rusya ve Alman ordularını yönetme
- Havada, karada ve denizde çarpışma
- Dört çeşit zorlık seviyesi ayarı ve etkileyici multiplayer özelliği
- Kendi haritanızı ve görevinizi yaratma.
Uncharted 3: Drake's Deception inceleme
Sony’nin bu aralar ne kadar başı dertte olduğu biliniyor. Yakın zamanda PS3’ün kaynak kodlarına ulaşılması ve ardından hızla artan korsan olaylarının üstüne sadece “Problemi firmware güncellemesi yaparak düzelteceğiz” gibi bir cevapla geçiştiren, üstüne üstlük haker’lara açılan yargı savaşının ilk turunu kaybedip bir de GeoHot’u suçlamak için hesabına 1 dolar yatırarak “Bakın bu işlemleri para için yapıyor” iddialarında bulunan firma çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya.
Zamanında özellikle ülkemizde elektronik alet denildiği zaman ilk akla gelen marka Sony’ye şimdilerde bu son olaylardan dolayı güvenini oldukça zedelemiş gözüküyor. Her ne kadar elektronik alanda bunun fazla bir olumsuz etkisini görmese de PS3 tarafında haklı davasını bazı yanlış değerlendirmelerden dolayı zorlu bir sınava tabi tutmak zorunda kaldı. Özellikle PS3’ü çıkarttığından beri eleştirilerden bir türlü kurtulamayan firma, diğer konsollar da piyasada popüler olmaya başlayınca iyiden iyiye zorlanır oldu.
İşte bu ve bunun gibi dönemlerde Sony’nin imdadına yetişen tek bir alan bulunuyordu o da oyun sektörü.
![]()
PlayStation 3’ün gelişme süreci
Aslında 1993’ten beri Sony Computer Entertainment şirketi ile oyun piyasasında yer edinmeye çalışan Sony, bunu ancak 2005’te etkili bir şekilde başarabildi ve God of War ile büyük çoğunluğa kendini sevdirmiş oldu. Bundan iyi ders çıkartan firma bu tarz oyunların ne kadar sevildiğini ve iş yaptığı çabuk fark edip aralarına çok zaman koymadan serinin ikinci oyununu hemen iki sene sonra çıkarttı.
Ancak 2007’de elini daha da güçlendirmek için God of War ile yetinmeyen Sony’nin başka bir kozu daha ortaya çıktı.
2006 yılında E3’te duyurulan ve hemen bir sene sonra da piyasaya sürülen Uncharted adlı oyunun -adının sonundaki “Drake’s Fortune” kısmına bakarak- tek oyun ile kalmayacağını anlamalıydık.
1986 yılında Kaliforniya Santa Monica’da kurulan Amerikalı oyun stüdyosu Naughty Dog, SCE tarafından 2001 yılında satın alındığında kurucuları Andy Garvin ve Jason Rubin belki de bu tarz bir oyun ile yakalayacakları başarıyı hiç düşünmemişlerdi. 1994’te yaptıkları Crash Bandicoot oyunu sayesinde ilk defa Sony ile görüşen firma SCE’nin bünyesine girdikten sonra bütün oyunlarını doğal olarak PlayStation konsolu için hazırladı.
Zamanında özellikle ülkemizde elektronik alet denildiği zaman ilk akla gelen marka Sony’ye şimdilerde bu son olaylardan dolayı güvenini oldukça zedelemiş gözüküyor. Her ne kadar elektronik alanda bunun fazla bir olumsuz etkisini görmese de PS3 tarafında haklı davasını bazı yanlış değerlendirmelerden dolayı zorlu bir sınava tabi tutmak zorunda kaldı. Özellikle PS3’ü çıkarttığından beri eleştirilerden bir türlü kurtulamayan firma, diğer konsollar da piyasada popüler olmaya başlayınca iyiden iyiye zorlanır oldu.
İşte bu ve bunun gibi dönemlerde Sony’nin imdadına yetişen tek bir alan bulunuyordu o da oyun sektörü.
PlayStation 3’ün gelişme süreci
Aslında 1993’ten beri Sony Computer Entertainment şirketi ile oyun piyasasında yer edinmeye çalışan Sony, bunu ancak 2005’te etkili bir şekilde başarabildi ve God of War ile büyük çoğunluğa kendini sevdirmiş oldu. Bundan iyi ders çıkartan firma bu tarz oyunların ne kadar sevildiğini ve iş yaptığı çabuk fark edip aralarına çok zaman koymadan serinin ikinci oyununu hemen iki sene sonra çıkarttı.
Ancak 2007’de elini daha da güçlendirmek için God of War ile yetinmeyen Sony’nin başka bir kozu daha ortaya çıktı.
2006 yılında E3’te duyurulan ve hemen bir sene sonra da piyasaya sürülen Uncharted adlı oyunun -adının sonundaki “Drake’s Fortune” kısmına bakarak- tek oyun ile kalmayacağını anlamalıydık.
1986 yılında Kaliforniya Santa Monica’da kurulan Amerikalı oyun stüdyosu Naughty Dog, SCE tarafından 2001 yılında satın alındığında kurucuları Andy Garvin ve Jason Rubin belki de bu tarz bir oyun ile yakalayacakları başarıyı hiç düşünmemişlerdi. 1994’te yaptıkları Crash Bandicoot oyunu sayesinde ilk defa Sony ile görüşen firma SCE’nin bünyesine girdikten sonra bütün oyunlarını doğal olarak PlayStation konsolu için hazırladı.
Insomniac Resistance 3'ün görüntülerinden oluşan film tadında bir video hazırladı. Resistance 3 geçen sene Almanya’da yapılan Gamescon'da bir tanıtım videosu ile duyurulmuştu.
Oyun Eylül ayında PS3 için raflarda olacak.
Oyun Eylül ayında PS3 için raflarda olacak.
Super Meat Boy
Boş zamanının çoğunu bilgisayar oyunu oynayarak geçirmek… Herhangi bir türde oyunu piksel piksel etmek… Bir nedeni olmadan bir oyuna günlerini vermek… Evet, hardcore gamerlardan bahsediyorum. Yeni bir seneye başladığımız şu günlerde “hardcore gamer” tabirini biraz fazla görmeye başladım. Çevremdeki birçok insan zamanının kayda değer bir kısmını oyun oynayarak geçiriyor. Peki hepsi Hardcore Gamer mı? Bence değil.
Peki, şöyle yapalım. Et parçasından oluşan bir kahramanın bulunduğu bir platform oyunu ne kadar hardcore olabilir?
Süper olan ne?
Bağımsız oyun yapımcılarını her zaman takdir etmişimdir. Sayıları parmakla sayabilecek kadar az olan usta programcıların, milyon dolarlar harcanan oyunlara kafa tutması ve gövde gösterisi yapması takdiri hak ediyor. Geçtiğimiz haftalarda Xbox360 ana platform olmak üzere ayrıca steam sayesinde de edinebileceğimiz Super Meat Boy buna en güzel örnek olur herhalde.
Team Meat, kız arkadaşımızın Dr.Fetus tarafından kaçırılmasını yeterli bir hikaye olarak görmüş olacak ki oyunun kurgusu olarak başka bir şeye yer vermemiş. Zaten oyunu oynarken bir süre sonra bu ‘koşturmaca’nın nedenini unutmuş olacaksınız... Platform öğelerini yüzünüze vuran yapımda en öne çıkan unsuru ise zorluk seviyesi.

“Sabır, kurtuluşun anahtarıdır” – Mevlana
Zeki tasarlanmış her bölümde Bandage Girl’ü kurtarmaya çalışıyoruz. Bazen demir parmaklıklar arasında, bazense zincirlerin arasında hapsolmuş Bandage Girl’ü (prenses demek istiyorum) tam kurtarıyoruz ki her seferinde Dr.Fetus kızı alarak ortamdan kayboluyor. İlk başlarda bu duruma pek takılmasanız da ilerleyen bölümlerde o kadar emeğin sonunda birden yok olması canınızı sıkabiliyor.
Her chapter'da 19 adet bölüm ve bir boss bölümü bulunuyor. Ayrıca her chapter'da toplam 20 adet Bandage var. Açıkçası 20 adet Bandage’i toplamak her yiğidin harcı değil. Bandajlar o kadar uçsuz bucaksız ya da tanrıların bile unuttuğu yerlere konmuş ki, bazen bandajları görmeden bile bölümü bitirebiliyorsunuz. Bandajları topladıkça achievement ve yeni karakter açıyorsunuz. Head Crab,ballgoo ve jill bunlardan bazıları ve her karakterin ayrı özellikleri var.
Pokemon Black and White'ta Dream World yok!
Nintendo, yaptığı bir açıklamada Pokemon Black And White için hazırlanan Dream World özelliğinin oyunun çıkış tarihine yetişmeyeceğini açıkladı.

Nintendo Amerika'dan Joel Simon oyunun bahar ayına çıkacağını bildirdi.
Dream World özelliği ile Pokemon'unuzu internete yükleyip tarayıcı tabanlı oyunda oynayabileceksiniz. Bu tarayıcı oyununda da değişik varyasyonlardaki Pokemonları yakalayabilecek ve özel eşyalar kazanabileceksiniz.
Pokemon Black And White Avrupa'da 4 Mart'ta, Amerika'da 6 Mart'ta çıkacak.

Nintendo Amerika'dan Joel Simon oyunun bahar ayına çıkacağını bildirdi.
Dream World özelliği ile Pokemon'unuzu internete yükleyip tarayıcı tabanlı oyunda oynayabileceksiniz. Bu tarayıcı oyununda da değişik varyasyonlardaki Pokemonları yakalayabilecek ve özel eşyalar kazanabileceksiniz.
Pokemon Black And White Avrupa'da 4 Mart'ta, Amerika'da 6 Mart'ta çıkacak.
Rotamız, Online Evrenler 51
Artık bir gerçek var piyasada, online oyunların salgın halinde büyümesinden bahsediyorum. Çok değil, bundan bir 5-6 sene önce bile bir elin parmaklarını geçmezdi belli başlı sayabileceğimiz MMO yapımlar. Her sektörde olduğu gibi, Uzakdoğulu amcalarımızın bu işe de el atması sonucu iyiden iyiye gelişti "Online Evrenler". Bir yandan seçeneklerin bol olması insanı sevindirirken, diğer yandan "Acaba kalite düşüyor mu?" diye de düşündürüyor elbette. İşin ilginç yanı şu an sektöre bakınca en tepede iki oyunu görüyoruz: EVE Online ve World of Warcraft. Seneler öncesinin oyunlarının hala bu kadar oynandığını görünce benim de endişem artıyor. Sonuçta iki seçenek var, ya yapımcılar iyi iş çıkarmışlar ve seneler boyu oynatıyorlar oyunlarını ya da piyasada ilgi çeken başka yapım yok, oyuncuların da eli mahkum.
Neyse ki rekabet her zaman bizim işimize gelecektir, konu "Online Evrenler" olunca da rotamızı nereye çevirirsek çevirelim bir şeyler çıkıyor karşımıza. Gelin bakalım o zaman, bu hafta ne gelişmeler yaşanmış.
Neyse ki rekabet her zaman bizim işimize gelecektir, konu "Online Evrenler" olunca da rotamızı nereye çevirirsek çevirelim bir şeyler çıkıyor karşımıza. Gelin bakalım o zaman, bu hafta ne gelişmeler yaşanmış.

Ödüller sahiplerini buluyor
MMORPG.com’da 2010 yılınınödüllerini dağıtmış. En iyi oyun kategorisine bakınca listede ilk üçü EVE Online, World of Warcraft ve Lord of the Rings Online'nin çektiğini görüyoruz. Tam arkalarından gelen Wizard101'i takip eden oyunlar ise epey geride kalmış. Özellikle Aion bu yıl epey sükse yapan bir oyundu. Kendini en iyi yenileyen yapımlara bakınca ise oylar beklendiği gibi World of Warcraft'a gitmiş. Sonuçta sürekli devasa güncellemeler yayınlayan bir oyun.
WoW'u takip eden oyunlar ise Age of Conan ve EVE Online olmuş. Free2Play kategorisinde de yine beklendiği gibi açık ara farkla Lord of the Rings Online birinci durumda, bu sene yaptığı beklenmedik hamleyle oyuncuları şaşırtmıştı Turbine. Arkasından ise Vindictus ve yine bir Turbine oyunu olan Dungeons & Dragons Online geliyor. Tabii tüm bunların sadece okuyucu seçimleri olduğunu da hatırlatalım. Neyse,ödül sahibi oyunları tebrik edelim. 2011 ise şimdiden hareketli başladı. Call of Duty MMO dedikoduları, diğer yandan yeni bir Blizzard projesi dedikodular derken DC Universe Online, Breach... Sürprizlerle dolu bir yıl olabilir kısacası.
MMORPG.com’da 2010 yılının
WoW'u takip eden oyunlar ise Age of Conan ve EVE Online olmuş. Free2Play kategorisinde de yine beklendiği gibi açık ara farkla Lord of the Rings Online birinci durumda, bu sene yaptığı beklenmedik hamleyle oyuncuları şaşırtmıştı Turbine. Arkasından ise Vindictus ve yine bir Turbine oyunu olan Dungeons & Dragons Online geliyor. Tabii tüm bunların sadece okuyucu seçimleri olduğunu da hatırlatalım. Neyse,
Dead Space 2 İncelemesi
Uyarı: Yazı minör derecede spoiler içerir.
Korkmayı severim. Tüylerimin diken diken, gerilmiş bir şekilde ekrana bakmak, o tekinsiz atmosfere kendimi kaptırmak benim için en güzel eğlence yollarından biridir. Biliyorum, belki kulağa garip geliyor ama dört yaşında, TV'de korku filmi fragmanı görüp, ailemi sinemanın ne olduğunu bile bilmeden beni sinemaya götürmesi için zorlamıştım. Ardından gelsin korku filmleri, gitsin gizem içerikli kitaplar. Yıllar geçti, bağımsız Kore filmlerine bağımlı oldum ama korku sevdamdan hiç geçmedim. Filmler, çizgi romanlar ve tabii oyunlar!
Korku oyunları benim için adventure türü ile birlikte bir olmazsa olmazdır. O karanlık atmosfer, herhangi bir köşeden fırlama ihtimali olan yaratıklar ve ya deliler, sinir bozucu, melankolik müzikler. O esnada, belki biraz delice ama, oyunun içerisinde olmak isterim. O korku dolu havayı solumak, tekinsizliğe kendimi kaptırmak. Bunu geçtiğimiz yıllarda sadece iki özel oyunda yaşamıştım. Bunlardan biri Call of Cthulhu: Dark Corners of Earth (ki hala oynamadıysanız, deliliğin ve dehşetin ne olduğunu görmek için hemen bu harika oyunu edinin), diğeri de Dead Space idi.
Bir dehşet masalı başlıyor
Bir mühendis olan Isaac Clarke, sevgilisinin de bulunduğu Ishimura adlı gemiden haber alınamayınca, bir ekip ile birlikte bu maden gemisine doğru yola çıkar. Uzayın boşluğunda süzülen Ishimura, dışarıdan oldukça normal gözükse de, olay gemiye girince bambaşka bir hal alır. Yüzlerce kişilik gemi mürettebatı kayıptır, etrafta pek çok parçalanmış ceset vardır ve karanlık köşelerde sürünen 'şeyler' vardır. Korkunç bir saldırı sonrası ekibimizden ayrı kalmışızdır ve devasa bir 'ölü' uzay gemisinde bir başımıza, üzerimizdeki mühendis kıyafeti ve elimizde bir maden lazer kesicisi ile yapayalnız yürümeye başlamışızdır. Gerisini Dead Space'i oynayanlar için anlatmama gerek yok herhalde. Tek söylemem gereken şey, Marker isimli uzaylı kalıntısının Isaac tarafından yok edilmesiydi. Yoksa değil mi?

O korkunç olaylardan sonra Isaac Clarke, zihinsel olarak oldukça yaralanmış, sevgilisinin de kaybı ile gerçek anlamda yıkılmıştır. İşte Dead Space 2'de tam bu noktada başlıyor. Satürn'ün bir uydusunda kurulmuş uzay kentinde, akıl hastanesinin üyelerinden biriyiz. Üzerimizde psikolojik deneyler yapılıyor. Bunların sebebi ise oyunun ilerleyen aşamalarında ortaya çıkıyor. Oyunu henüz oynamamış kişiler için minör bir spoiler olabileceği uyarısını da yaparak oyunun açılışını kısaca anlatıyorum.
Isaac'in bir rüyası ile başlıyoruz. Ishimura'da kaybettiğimiz sevgilimizi, aslında gemiye bizim yolladığımızı öğrendiğimiz rüyada, kaybettiğimiz aşkımız ile konuşuyoruz ve ilk kez Isaac'in sesini duymuş oluyoruz. Ardından gözlerimiz, bizi delicesine sarsan biri ile aralanıyor. Genç bir adam bize hemen uyanmamız ve kaçmamız gerektiğini söylüyor. Kaçamıyoruz, zira üzerimizde çok sıkı bir deli gömleği var! Bu arada bizi kurtarmaya çalışan genç dostumuz, ardından sinsice yaklaşan bir yaratık tarafından katlediliyor. İşte oyun boyunca hiç düşmeyecek olan o yüksek tansiyon bu noktada başlıyor. Deli gömleği içerisindeyiz, zor yürüyoruz, kaçacak çok az yer var ve diğer tüm akıl hastanesi üyeleri birer yaratığa dönüşmüş ve etrafa dehşet saçıyor. Açık konuşayım, uzun zamandır, bu kadar sağlam, bu kadar heyecanlı ve sert bir oyun açılışı görmemiştim. Sizi iliklerinize kadar saracak, telaşa kaptıracak, zekice düşünülmüş, tansiyonu yüksek bir başlangıç.
Korkmayı severim. Tüylerimin diken diken, gerilmiş bir şekilde ekrana bakmak, o tekinsiz atmosfere kendimi kaptırmak benim için en güzel eğlence yollarından biridir. Biliyorum, belki kulağa garip geliyor ama dört yaşında, TV'de korku filmi fragmanı görüp, ailemi sinemanın ne olduğunu bile bilmeden beni sinemaya götürmesi için zorlamıştım. Ardından gelsin korku filmleri, gitsin gizem içerikli kitaplar. Yıllar geçti, bağımsız Kore filmlerine bağımlı oldum ama korku sevdamdan hiç geçmedim. Filmler, çizgi romanlar ve tabii oyunlar!
Korku oyunları benim için adventure türü ile birlikte bir olmazsa olmazdır. O karanlık atmosfer, herhangi bir köşeden fırlama ihtimali olan yaratıklar ve ya deliler, sinir bozucu, melankolik müzikler. O esnada, belki biraz delice ama, oyunun içerisinde olmak isterim. O korku dolu havayı solumak, tekinsizliğe kendimi kaptırmak. Bunu geçtiğimiz yıllarda sadece iki özel oyunda yaşamıştım. Bunlardan biri Call of Cthulhu: Dark Corners of Earth (ki hala oynamadıysanız, deliliğin ve dehşetin ne olduğunu görmek için hemen bu harika oyunu edinin), diğeri de Dead Space idi.
Bir dehşet masalı başlıyor
Bir mühendis olan Isaac Clarke, sevgilisinin de bulunduğu Ishimura adlı gemiden haber alınamayınca, bir ekip ile birlikte bu maden gemisine doğru yola çıkar. Uzayın boşluğunda süzülen Ishimura, dışarıdan oldukça normal gözükse de, olay gemiye girince bambaşka bir hal alır. Yüzlerce kişilik gemi mürettebatı kayıptır, etrafta pek çok parçalanmış ceset vardır ve karanlık köşelerde sürünen 'şeyler' vardır. Korkunç bir saldırı sonrası ekibimizden ayrı kalmışızdır ve devasa bir 'ölü' uzay gemisinde bir başımıza, üzerimizdeki mühendis kıyafeti ve elimizde bir maden lazer kesicisi ile yapayalnız yürümeye başlamışızdır. Gerisini Dead Space'i oynayanlar için anlatmama gerek yok herhalde. Tek söylemem gereken şey, Marker isimli uzaylı kalıntısının Isaac tarafından yok edilmesiydi. Yoksa değil mi?

O korkunç olaylardan sonra Isaac Clarke, zihinsel olarak oldukça yaralanmış, sevgilisinin de kaybı ile gerçek anlamda yıkılmıştır. İşte Dead Space 2'de tam bu noktada başlıyor. Satürn'ün bir uydusunda kurulmuş uzay kentinde, akıl hastanesinin üyelerinden biriyiz. Üzerimizde psikolojik deneyler yapılıyor. Bunların sebebi ise oyunun ilerleyen aşamalarında ortaya çıkıyor. Oyunu henüz oynamamış kişiler için minör bir spoiler olabileceği uyarısını da yaparak oyunun açılışını kısaca anlatıyorum.
Isaac'in bir rüyası ile başlıyoruz. Ishimura'da kaybettiğimiz sevgilimizi, aslında gemiye bizim yolladığımızı öğrendiğimiz rüyada, kaybettiğimiz aşkımız ile konuşuyoruz ve ilk kez Isaac'in sesini duymuş oluyoruz. Ardından gözlerimiz, bizi delicesine sarsan biri ile aralanıyor. Genç bir adam bize hemen uyanmamız ve kaçmamız gerektiğini söylüyor. Kaçamıyoruz, zira üzerimizde çok sıkı bir deli gömleği var! Bu arada bizi kurtarmaya çalışan genç dostumuz, ardından sinsice yaklaşan bir yaratık tarafından katlediliyor. İşte oyun boyunca hiç düşmeyecek olan o yüksek tansiyon bu noktada başlıyor. Deli gömleği içerisindeyiz, zor yürüyoruz, kaçacak çok az yer var ve diğer tüm akıl hastanesi üyeleri birer yaratığa dönüşmüş ve etrafa dehşet saçıyor. Açık konuşayım, uzun zamandır, bu kadar sağlam, bu kadar heyecanlı ve sert bir oyun açılışı görmemiştim. Sizi iliklerinize kadar saracak, telaşa kaptıracak, zekice düşünülmüş, tansiyonu yüksek bir başlangıç.
27 Ocak 2011 Perşembe
Divinity II: The Dragon Knight Saga
Rol Yapma türündeki oyunları kafamda üçe ayırırım. Bolca aksiyon, dövüş barındıran Hack'n Slash tarzları, daha çok diyalog barındıran saf RPG'ler ve bir de ikisinin harmanı olanlar. Birinciye örnek olarak Diablo, Torchlight gibi oyunları verebilirim ki, benim de favorim bu oyunlardır. Nedense fazla diyalog beni biraz sıkıyor, konuşmaları dinlemeyince de açıkçası oyunun tadı kaçıyor biraz. Yılların Diablo özlemi üzerine Torchlight'a saldırmam da bundandır belki. Diğer tür olan rol yapma oyunları ise daha saf olanlar, bolca diyalog barındırıp adının hakkını verenlerdir. Örnek olarak ise mesela KOTOR oyunlarını verebiliriz. Üçüncü ve son olarak da, harman oyunlar vardır ki bunlar daha genel bir kesime hitap ederek daha çok satış rakamı yakalarlar. Hem senaryo ve diyaloglara, hem de aksiyon ve savaşa önem vererek denge sağlarlar. En bilinen örnekleri Oblivion, Dragon Age gibi oyunlardır. Konumuza gelirsek, elimizdeki oyun üçüncü türden. Hem derin bir senaryo yakalamaya çalışan, hem de akiyonu elden bırakmayan oyunlardan...
Zıt güçlerin savaşı
Divinity II: The Dragon Knight Saga aslında Divinity II: Ego Draconis'in yeniden düzenlenmiş hali. Tabii bir de ek olarak Flames of Vengeance senaryosunu da içinde barındırıyor. Daha önce oynamadıyanız Ego Draconis'ten başlamanızı öneririm. Hikayemiz, Rivellen adlı fantastik bir evrende geçiyor. Sonsuz savaşların, korkunun, büyünün ve zıt güçlerin dünyası Rivellen... Büyük savaş bittiğinden beri ise Dragon Slayer'ların tek bir düşmanı kalmıştır, o da dünyada bir tane kaldığına inanılan dişi bir ejderhadır. Kabaca hikayemiz bu ve bizim de ilk amacımız bir "Dragon Slayer" olmak. Zaten bunu oyunun hemen başlarında gerçekleştiriyoruz. Bir çeşit tarikat olan bu Dragon Slayer'ların kendilerine has özellikleri ve yetenekleri bulunuyor. Örneğin; gözleri gümüş rengi ve ölüleri görüp, iletişime geçebiliyorlar. Ayrıca ejderhaların yeteneklerine de sahipler, kısacası normal insanlardan çok daha güçlüler.
Daha maceraya başlar başlamaz kısa bir ritüel sonucu Dragon Slayer oluyor ve maceraya başlıyoruz. Yine de dediğim gibi, kısa bir ritüel. Gerçekleşene kadar diyaloglarda sürekli lafını duydum ve biraz da merak ettim, acaba nasıl bir tören olacak bu diye. Fakat ben görkemli, uzun süren bir ritüel beklerken bir büyü yapılıyor, iki saniye geçiyor ve bir bakıyorsunuz, Dragon Slayer olmuşuz!
Flames of Vengeance senaryosuna gelirsek, o da Ego Draconis'le bir bütün halinde ve onun bıraktığı yerden devam ediyor. Rivellon'un en büyük şehri Aleroth kuşatma altında ve tabii kurtarmak da bizim elimizde. Dediğim gibi senaryolar birbirini takip ediyor ve bu nedenle sıralı oynamanızı öneriyorum. Ayrıca ilk senaryoda sıfırdan bir karakter yaratıyoruz ve geliştirmesi tamamen bize ait. Flames of Vengeance'da ise diğer karakterimizle devam edebiliyoruz veya Ego Draconis bitmediyse oldukça güçlü ve bol altınlı bir karakterle oyuna başlayabiliyoruz. Senaryo beni pek de cezbetmedi. Ejder konuları falan zaten yeterince klişe ama diyalogları beğendiğimi söyleyebilirim. Oldukça renkli karakterler mevcut, diyaloglar sönük kalmıyor bu nedenle. Mizah unsuru da yerinde kullanılmış.
Basit karakter yaratma ekranı
Son dönem rol yapma oyunlarının başarılı ve ziyadesiyle detaylı karakter yaratma ekranlarından belli ki hiçbir şey alamamış The Dragon Knight Saga... Türevlerinin en işe yaramaz örneklerinde bile bu oyundan daha fazla detaya sahip karakterler yaratılabiliyor. Sonuçta bir RPG ve ister istemez insan daha detaylı, daha özgün bir karakter yaratmak istiyor. İki adet saç rengi, üç çeşit sakal, saç tipi, dört farklı da ses. Kısacası farklı bir şey yapamıyorsunuz, çünkü ne yaparsanız yapın birbirlerine benzeyecekler.
Boy seçimi yok, kalıp seçimi yok, saç tipleri, yüz tipleri çok kısıtlı. Bu konuda oyun benden eksi puan alıyor. Ego Draconis senaryosunu oynarken ayrıca bir sınıf da seçemiyorsunuz oyuna başlarken. Oyunda ilerledikçe Mage, Warrior, Priest ve Ranger arasında bir seçim yapacaksınız. Ek olarak Dragon Slayer skilleriniz de var ama onlar tamamen pasif skill konumunda bulunuyor. Çok geniş bir skill penceresi bulunmasa da oynanışta hepsi oldukça zevkli.
Priest'lerin summon yetenekleri, Mage'lerin etkili büyüleri, Warrior'ların yakın dövüş, Ranger'ların uzak dövüş ustalıkları hepsi güzel hazırlanmış. Ayrıca Dragon Slayer skillerinin de pasif olmasına rağmen karaktere etkisi büyük, burada örneğin; kilit açma yeteneği bulunuyor ve sahip değilsek oyundaki kitli kasaları, sandıkları açamıyoruz. Şahsi bir öneri, isterseniz de: Warrior ve Ranger sınıfları daha eğlenceli gözüküyor. Ayrıca skill ekranında, tüm açabileceğimiz yetenekler detaylı açıklamalarıyla hatta videolu tanıtımlarıyla bulunuyor. Böyle bir özelliği daha önce başka bir RPG oyununda görmemiştim sanırım, seçtiğiniz skillin nasıl gözüktüğünü, etkisin, kullanım şeklini kısaca sunuyor. Basit ama hoş bir detay olmuş bu da. Canımı sıkan bir nokta ise canavarların yeniden doğma süreleri oldu, çok kısa bir sürede tekrar doğup başınıza bela oluyorlar. Bu süreyi yapımcı biraz abartmış açıkçası.
Flames of Vengeance senaryosuna gelirsek, o da Ego Draconis'le bir bütün halinde ve onun bıraktığı yerden devam ediyor. Rivellon'un en büyük şehri Aleroth kuşatma altında ve tabii kurtarmak da bizim elimizde. Dediğim gibi senaryolar birbirini takip ediyor ve bu nedenle sıralı oynamanızı öneriyorum. Ayrıca ilk senaryoda sıfırdan bir karakter yaratıyoruz ve geliştirmesi tamamen bize ait. Flames of Vengeance'da ise diğer karakterimizle devam edebiliyoruz veya Ego Draconis bitmediyse oldukça güçlü ve bol altınlı bir karakterle oyuna başlayabiliyoruz. Senaryo beni pek de cezbetmedi. Ejder konuları falan zaten yeterince klişe ama diyalogları beğendiğimi söyleyebilirim. Oldukça renkli karakterler mevcut, diyaloglar sönük kalmıyor bu nedenle. Mizah unsuru da yerinde kullanılmış.<span>Basit karakter yaratma ekranı</span>Son dönem rol yapma oyunlarının başarılı ve ziyadesiyle detaylı karakter yaratma ekranlarından belli ki hiçbir şey alamamış The Dragon Knight Saga... Türevlerinin en işe yaramaz örneklerinde bile bu oyundan daha fazla detaya sahip karakterler yaratılabiliyor. Sonuçta bir RPG ve ister istemez insan daha detaylı, daha özgün bir karakter yaratmak istiyor. İki adet saç rengi, üç çeşit sakal, saç tipi, dört farklı da ses. Kısacası farklı bir şey yapamıyorsunuz, çünkü ne yaparsanız yapın birbirlerine benzeyecekler.
Ejder oldum, uçuyorum!
Enteresan ve zevkli noktalardan biri, ejder formuna geçerek uçabilme kabiliyetimizin olması. Zevkli, fakat kısıtlı bir süre bu şekilde ilerleyebiliyoruz. Üç farklı özel zırh seti var ve hepsinin de kendine has özellikleri bulunuyor haliyle. Mining Guild Set, Orobas Set ve Annihilator Set şeklinde üçe ayrılmış bu zırhlar da. Tabii ki yüzlerce de çeşitli silah bulunuyor The Dragon Knight Saga'da. İki farklı senaryoya sahip olmasından mütevellit ciddi uzunlukta bir oynanış vaat eden oyunumuzda, savaş sistemi ise başarıyla oluşturulmuş. Karakterimiz oldukça hızlı ve atik hareket ediyor, dolayısıyla akıcı bir oynanışa sahip bu noktada. Hem göze hoş geliyor, hem oynarken sıkmıyor. Kimi zaman düşmanlarımızla karadan savaşabiliyorken, kimi zaman da ejder formu sayesinde havadan saldırabiliyoruz. Her ne kadar harikulade bir senaryoya sahip olmasa da, "Şunu getir, bununla konuş" tarzı görevlere çok rastlansa da Divinity II: The Dragon Knight Saga oynanabilirlik konusunda iyi bir iş çıkartıyor. Çabuk bitmeyen bir oyun olduğunu da hesaba katarsak sizi fazlasıyla oyalayacaktır.
Grafiksel olarak ise oyun kendisine "aşmış" dedirtemese de kesinlikle kötü de değil. Özellikle sağladığı çok çeşitli optimizasyon seçenekleri ilgi çekiciydi. Renk paleti oldukça renkli ve çeşitli. Grafiklerde ilk göze çarpan nokta zaten bolca kullanılan blur efekti oluyor. Animasyonlarda ise sıkıntılar mevcut, karakterlerin hareketleri birbirinin aynısı ve NPC'ler sürekli aynı kısır döngüyü, kısıtlı bir alan içinde tekrarlıyor. Işıklandırmalar ve özel efektler ise gerçekten muazzam gözüküyor. Grafiksel anlamdaki bir takım eksikliklerini oyun mükemmel işitsel öğelerle toparlıyor. Öyle ki menüde bir 5 dakika bekleyip müziği dinledim, müzikler gerçekten çok hoş. Keza karakter seslendirmeleri de aynı şekilde çok başarılı ve profesyonel şekilde hazırlanmış.
Son olarak Divinity II: The Dragon Knight Saga, daha önce Ego Draconis'i oynamamış olanlar için iyi bir fırsat olacaktır. Flames of Vengeance ile birlikte güzel bir paket oyun olmuş gerçekten. Uzun oynanış süresi, kaliteli ses ve müzikleri ve güzel dövüş sistemiyle iyi bir RPG oyunu arayanlar için biçilmiş kaftan. Oynanışta bir takım eksiklikler ve teknik hatalar bulunduruyor, fakat yine de güzel bir oyun diyebilirim.
Zıt güçlerin savaşı
Divinity II: The Dragon Knight Saga aslında Divinity II: Ego Draconis'in yeniden düzenlenmiş hali. Tabii bir de ek olarak Flames of Vengeance senaryosunu da içinde barındırıyor. Daha önce oynamadıyanız Ego Draconis'ten başlamanızı öneririm. Hikayemiz, Rivellen adlı fantastik bir evrende geçiyor. Sonsuz savaşların, korkunun, büyünün ve zıt güçlerin dünyası Rivellen... Büyük savaş bittiğinden beri ise Dragon Slayer'ların tek bir düşmanı kalmıştır, o da dünyada bir tane kaldığına inanılan dişi bir ejderhadır. Kabaca hikayemiz bu ve bizim de ilk amacımız bir "Dragon Slayer" olmak. Zaten bunu oyunun hemen başlarında gerçekleştiriyoruz. Bir çeşit tarikat olan bu Dragon Slayer'ların kendilerine has özellikleri ve yetenekleri bulunuyor. Örneğin; gözleri gümüş rengi ve ölüleri görüp, iletişime geçebiliyorlar. Ayrıca ejderhaların yeteneklerine de sahipler, kısacası normal insanlardan çok daha güçlüler.
Daha maceraya başlar başlamaz kısa bir ritüel sonucu Dragon Slayer oluyor ve maceraya başlıyoruz. Yine de dediğim gibi, kısa bir ritüel. Gerçekleşene kadar diyaloglarda sürekli lafını duydum ve biraz da merak ettim, acaba nasıl bir tören olacak bu diye. Fakat ben görkemli, uzun süren bir ritüel beklerken bir büyü yapılıyor, iki saniye geçiyor ve bir bakıyorsunuz, Dragon Slayer olmuşuz!
Flames of Vengeance senaryosuna gelirsek, o da Ego Draconis'le bir bütün halinde ve onun bıraktığı yerden devam ediyor. Rivellon'un en büyük şehri Aleroth kuşatma altında ve tabii kurtarmak da bizim elimizde. Dediğim gibi senaryolar birbirini takip ediyor ve bu nedenle sıralı oynamanızı öneriyorum. Ayrıca ilk senaryoda sıfırdan bir karakter yaratıyoruz ve geliştirmesi tamamen bize ait. Flames of Vengeance'da ise diğer karakterimizle devam edebiliyoruz veya Ego Draconis bitmediyse oldukça güçlü ve bol altınlı bir karakterle oyuna başlayabiliyoruz. Senaryo beni pek de cezbetmedi. Ejder konuları falan zaten yeterince klişe ama diyalogları beğendiğimi söyleyebilirim. Oldukça renkli karakterler mevcut, diyaloglar sönük kalmıyor bu nedenle. Mizah unsuru da yerinde kullanılmış.
Basit karakter yaratma ekranı
Son dönem rol yapma oyunlarının başarılı ve ziyadesiyle detaylı karakter yaratma ekranlarından belli ki hiçbir şey alamamış The Dragon Knight Saga... Türevlerinin en işe yaramaz örneklerinde bile bu oyundan daha fazla detaya sahip karakterler yaratılabiliyor. Sonuçta bir RPG ve ister istemez insan daha detaylı, daha özgün bir karakter yaratmak istiyor. İki adet saç rengi, üç çeşit sakal, saç tipi, dört farklı da ses. Kısacası farklı bir şey yapamıyorsunuz, çünkü ne yaparsanız yapın birbirlerine benzeyecekler.
Boy seçimi yok, kalıp seçimi yok, saç tipleri, yüz tipleri çok kısıtlı. Bu konuda oyun benden eksi puan alıyor. Ego Draconis senaryosunu oynarken ayrıca bir sınıf da seçemiyorsunuz oyuna başlarken. Oyunda ilerledikçe Mage, Warrior, Priest ve Ranger arasında bir seçim yapacaksınız. Ek olarak Dragon Slayer skilleriniz de var ama onlar tamamen pasif skill konumunda bulunuyor. Çok geniş bir skill penceresi bulunmasa da oynanışta hepsi oldukça zevkli.
Priest'lerin summon yetenekleri, Mage'lerin etkili büyüleri, Warrior'ların yakın dövüş, Ranger'ların uzak dövüş ustalıkları hepsi güzel hazırlanmış. Ayrıca Dragon Slayer skillerinin de pasif olmasına rağmen karaktere etkisi büyük, burada örneğin; kilit açma yeteneği bulunuyor ve sahip değilsek oyundaki kitli kasaları, sandıkları açamıyoruz. Şahsi bir öneri, isterseniz de: Warrior ve Ranger sınıfları daha eğlenceli gözüküyor. Ayrıca skill ekranında, tüm açabileceğimiz yetenekler detaylı açıklamalarıyla hatta videolu tanıtımlarıyla bulunuyor. Böyle bir özelliği daha önce başka bir RPG oyununda görmemiştim sanırım, seçtiğiniz skillin nasıl gözüktüğünü, etkisin, kullanım şeklini kısaca sunuyor. Basit ama hoş bir detay olmuş bu da. Canımı sıkan bir nokta ise canavarların yeniden doğma süreleri oldu, çok kısa bir sürede tekrar doğup başınıza bela oluyorlar. Bu süreyi yapımcı biraz abartmış açıkçası.
Flames of Vengeance senaryosuna gelirsek, o da Ego Draconis'le bir bütün halinde ve onun bıraktığı yerden devam ediyor. Rivellon'un en büyük şehri Aleroth kuşatma altında ve tabii kurtarmak da bizim elimizde. Dediğim gibi senaryolar birbirini takip ediyor ve bu nedenle sıralı oynamanızı öneriyorum. Ayrıca ilk senaryoda sıfırdan bir karakter yaratıyoruz ve geliştirmesi tamamen bize ait. Flames of Vengeance'da ise diğer karakterimizle devam edebiliyoruz veya Ego Draconis bitmediyse oldukça güçlü ve bol altınlı bir karakterle oyuna başlayabiliyoruz. Senaryo beni pek de cezbetmedi. Ejder konuları falan zaten yeterince klişe ama diyalogları beğendiğimi söyleyebilirim. Oldukça renkli karakterler mevcut, diyaloglar sönük kalmıyor bu nedenle. Mizah unsuru da yerinde kullanılmış.<span>Basit karakter yaratma ekranı</span>Son dönem rol yapma oyunlarının başarılı ve ziyadesiyle detaylı karakter yaratma ekranlarından belli ki hiçbir şey alamamış The Dragon Knight Saga... Türevlerinin en işe yaramaz örneklerinde bile bu oyundan daha fazla detaya sahip karakterler yaratılabiliyor. Sonuçta bir RPG ve ister istemez insan daha detaylı, daha özgün bir karakter yaratmak istiyor. İki adet saç rengi, üç çeşit sakal, saç tipi, dört farklı da ses. Kısacası farklı bir şey yapamıyorsunuz, çünkü ne yaparsanız yapın birbirlerine benzeyecekler.
Ejder oldum, uçuyorum!
Enteresan ve zevkli noktalardan biri, ejder formuna geçerek uçabilme kabiliyetimizin olması. Zevkli, fakat kısıtlı bir süre bu şekilde ilerleyebiliyoruz. Üç farklı özel zırh seti var ve hepsinin de kendine has özellikleri bulunuyor haliyle. Mining Guild Set, Orobas Set ve Annihilator Set şeklinde üçe ayrılmış bu zırhlar da. Tabii ki yüzlerce de çeşitli silah bulunuyor The Dragon Knight Saga'da. İki farklı senaryoya sahip olmasından mütevellit ciddi uzunlukta bir oynanış vaat eden oyunumuzda, savaş sistemi ise başarıyla oluşturulmuş. Karakterimiz oldukça hızlı ve atik hareket ediyor, dolayısıyla akıcı bir oynanışa sahip bu noktada. Hem göze hoş geliyor, hem oynarken sıkmıyor. Kimi zaman düşmanlarımızla karadan savaşabiliyorken, kimi zaman da ejder formu sayesinde havadan saldırabiliyoruz. Her ne kadar harikulade bir senaryoya sahip olmasa da, "Şunu getir, bununla konuş" tarzı görevlere çok rastlansa da Divinity II: The Dragon Knight Saga oynanabilirlik konusunda iyi bir iş çıkartıyor. Çabuk bitmeyen bir oyun olduğunu da hesaba katarsak sizi fazlasıyla oyalayacaktır.
Grafiksel olarak ise oyun kendisine "aşmış" dedirtemese de kesinlikle kötü de değil. Özellikle sağladığı çok çeşitli optimizasyon seçenekleri ilgi çekiciydi. Renk paleti oldukça renkli ve çeşitli. Grafiklerde ilk göze çarpan nokta zaten bolca kullanılan blur efekti oluyor. Animasyonlarda ise sıkıntılar mevcut, karakterlerin hareketleri birbirinin aynısı ve NPC'ler sürekli aynı kısır döngüyü, kısıtlı bir alan içinde tekrarlıyor. Işıklandırmalar ve özel efektler ise gerçekten muazzam gözüküyor. Grafiksel anlamdaki bir takım eksikliklerini oyun mükemmel işitsel öğelerle toparlıyor. Öyle ki menüde bir 5 dakika bekleyip müziği dinledim, müzikler gerçekten çok hoş. Keza karakter seslendirmeleri de aynı şekilde çok başarılı ve profesyonel şekilde hazırlanmış.
Son olarak Divinity II: The Dragon Knight Saga, daha önce Ego Draconis'i oynamamış olanlar için iyi bir fırsat olacaktır. Flames of Vengeance ile birlikte güzel bir paket oyun olmuş gerçekten. Uzun oynanış süresi, kaliteli ses ve müzikleri ve güzel dövüş sistemiyle iyi bir RPG oyunu arayanlar için biçilmiş kaftan. Oynanışta bir takım eksiklikler ve teknik hatalar bulunduruyor, fakat yine de güzel bir oyun diyebilirim.
killzone 3 inceleme
Savaş....İnsanoğlunun değişmeyen kaderlerinden birisi. Tarihin ilk yıllarından bile önce birçok savaş yaşanmıştır. Bu savaşların birçoğu tarih kitaplarında yer alsa da bu kitaplara yansımayan ne kadar çok savaş vardır kim bilir? Tarih boyunca çıkan bu savaşların büyük bir çoğunluğu aşk, para, toprak gibi nedenlerden çıksa da sömürge sebebi ile çıkan birçok savaşı da tarih kitaplarında okuduk. Maalesef günümüzde bile bu sömürge durumundan savaşa giren birçok ülke bulunuyor. Biraz basite indirgemek gerekirse kaynak sıkıntısı çeken birçok ulus, kaynak olarak daha zengin ve güç olarak ise daha zayıf ülkeleri sömürgesi altına alıyor. İşte Killzone serisinin arka planında da bu sömürgecilik unsurları yer alıyor.
Killzone serisi nedense hikaye olarak hep eleştirilerin odağında yer almıştır. Muhtemelen ana hikâyenin oyun üzerinde etkisinin çok az olmasından kaynaklanıyor bu durum. Yapım ekibi de bunun farkında olacak ki serinin yeni oyunu Killzone 3 için hikayenin çok daha ön planda olacağı müjdesini veriyorlar. Yazının bu kısmında serinin oldukça karışık ve günümüze olan göndermelere de sahip hikâyesinden ve ikinci oyunun sonuna biraz değineceğim. Bu nedenle henüz ikinci oyunu oynamamış olan oyuncular için spoiler yani keyif bozucu bilgi olabilir.
Killzone serisi hikaye yönünden bir çok eleştiri alsa da aslında oldukça sağlam ve 300 yılı aşkın bir hikayeye sahip. Bu hikâyenin başı ise 2055'li yıllara dayanıyor. Kısaca özetlemek gerekirse insanoğlu dünyanın artık iyice suyunu çıkarmış ve bilinen tüm kaynaklar bitmek üzere. Bu nedenle ülkeler arasında büyük bir savaş var. Bardağı taşıran son damla ise nükleer silahların atılmasıyla başlıyor. Zaten kaynak sıkıntısı çeken dünya bu nükleer tehdit ile birlikte yaşanamayacak bir hale geliyor. Tabi savaş sonucu insan ırkının büyük bir çoğunluğu da yitirilmiş oluyor. Savaş bittikten sonra ise zengin şirket ve devletler bir araya gelerek yeni bir oluşum içerisine giriyorlar. Oluşumun amacı ise güneş sisteminde yeni gezegenler bulmak ve insanlığın kaderini bu gezegenlerde sürdürmek olacaktır.
Fakat deneme fırsatı yakaladığımız Killzone 3'e geçebilmek için olayları direk olarak sonuca bağlayacağım.
Uzun bir keşif süresinden sonra yaşanabilir olarak adlandırılan iki gezegen Helgan ve Vekta keşfedilir. Vekta ekosistemi ve doğal şartları ile dünyaya daha çok benzemektedir. Helgan gezegeni ise tam anlamıyla bir nükleer santral gibidir. Doğal kaynaklar yönünden oldukça zengin olan Helgan gezegeni nükleer fırtınalar ile sarılı bir haldedir. Kısacası iki gezegene de büyük ölçüde bir göç başlar. Vekta gezegeninden Helgan'a gıda ve sağlık yardımı yapılırken Helgan'daki kaynaklar ise Vekta'ya aktarılır. Bu iki güç arasındaki alışveriş ve barış, tırmanan gerilim ve Scolar Visari'nin doğuşu ile farklı bir boyut kazanacaktır.

Bu gerilimin tırmanma aşamasında tabi ki daha bir çok savaş ve olay yaşanıyor. Fakat deneme fırsatı yakaladığımız Killzone 3'e geçebilmek için olayları direk olarak sonuca bağlayacağım. Sonuç olarak Helgan gezegeninde yaşayan insanlar yoğun radyasyon sonucu büyük bir değişime girerler. Vücutlarındaki bu değişim üçüncü, dördüncü kuşağın doğması ile birlikte çok daha farklı bir hale gelmiştir. Daha dayanıklı ve Helgan şartlarına alışkın bir hale gelen halkın kaderi ise başa geçen Scolar Visari ile tam anlamıyla değişiyor. Killzone 1'in başındaki konuşması ile artık insan olmadıklarını ve kendilerine Helgast diyeceklerini açıklayan Visari, büyük bir başkaldırışın da temsilcisi haline gelir. Bu dakikadan sonra Helgast'ların amacı ise Vektan'ı işgal etmek olacaktır. Nitekim ilk oyunda amansız gelen Helgast saldırılarına karşı direniyorduk. PSP için çıkan Liberation'da ise farklı bir konuya değinen seri ikinci oyunda ise bizi savaşın çok daha çetin ve zorlu geçeceği Helgan'ın kalbine indiriyordu.
İkinci oyunun sonunda ise nihayet Scolar Visari ile karşı karşıya geliyor ve küçük bir anlaşmazlık sonucu olsa da onun ölümünü görüyorduk. Sarsılmış bir şekilde kapıdan çıkan Sev, kafasını kaldırdığında ise büyük bir saldırı gemisi görüyor ve oyunu da böylelikle bitirmiş oluyorduk. Killzone 3 işte tam da ikinci oyunun bittiği yerden başlayacak. İlk görevimiz ise Helgast flosundan gelen bu çarpraz ateşten kaçmak olacak. Oyunun bu ilk dakikalarında zorlu bir mücadeleye gireceğimiz söyleniyor. Üçüncü oyun için ayrıca çatışmaların çok daha çetin geçeceği belirtilmiş. Çünkü lidersiz kalan Helgast’lar tam bir karmaşa içerisinde ISA birliklerine çok daha güçlü bir şekilde saldırıya geçecekler. Killzone 3 için belirtilen bir diğer önemli nokta ise Helgast kültürünü ve yaşam biçimini daha yakından tanıyacağımız oluyor. Ayrıca Helgast'ların yeni liderlik arayışları da oyunda işlenebilir.
Killzone 2 grafikleri ve atmosferi ile oldukça başarılı bir yapım olsa da özellikle bazı noktalarda eleştirilerinde odağı haline gelmişti. Bu eleştirilerin başında ise kontrol zorlukları ve yapay zeka geliyordu. İkinci oyunun çıkmasından kısa bir süre sonra karşımıza çıkacak olan Killzone 3 ise bu yönlerden daha başarılı bir şekilde raflardaki yerini alacak. Çünkü yapım ekibi olan Guerrilla Games, ikinci oyundan yeterli dersi aldıklarını ve üçüncü oyunda tüm bu açıkları kapatacaklarını vaat ediyor. Üçüncü oyunda ön plana çıkan bir diğer detay ise senaryo ve karakter sunumları ile ilgili olacak.
Oyunun ön inceleme sürümünü deneme imkanı bulduk ve genel hatlardan önce bu kısımdan biraz bahsetmek istiyorum. Bu ön sürümde oyundaki bir çıkartmaya tanıklık ediyoruz. Killzone serisinin özellikle ikinci oyununda oldukça ön planda olan hava araçları ile çıkarmamız başlıyor. Aşağıya indiğimizde ise oldukça güçlü bir direnç ile karşılaşıyoruz. Helgast’ların bu güçlü direncini kırdığımızda ise bizi çok daha büyük ve zorlu bir mücadele bekliyor. Büyük bir roboto karşı verdiğimiz bu mücadele hem oynanış hem de grafiksel detaylar olarak bir çok oyun dinamiğini gözler önüne seriyor.
Oyundaki Move kullanımı ise daha önce Wii ile FPS türünde oyun oynayanlara yabancı gelmeyecektir.
Öncelikle kontrol sisteminin ikinci oyuna göre biraz daha iyileştirildiğini söylemeliyim. Siper alma ve nişan alma konusunda ise gene klasik FPS lere göre farklı dinamikler kullanılmış. Bu da oyuna kısa bir alışma evresi gerektirebilir. Karakter ağırlığında ise aşama kaydedildiği gün gibi ortaya çıkıyor. Artık koşarken veya dönüşlerde çok daha rahat ve akıcı bir şekilde hareket edebiliyoruz. Hikaye sunumunda ise ekip bir hayli yol kat etmişe benziyor. Gerek çıkarma anı, gerekse de karakterler arası diyaloglarda fazlasıyla durulduğunu görüyoruz. Oynanış anındaki anlık sunumlar bu konuda oyuna zenginlik katmış. Üstelik yeni karakterlerin oyuna eklenmesi bu konuda farklı bir zenginliği de ön plana çıkarmış olacak. Kontrol sisteminde oyunun Move desteği ise merak edilecek bir diğer nokta oluyor.
Oyundaki Move kullanımı ise daha önce Wii ile FPS türünde oyun oynayanlara yabancı gelmeyecektir. Çünkü çok benzer bir oynanış dinamiğini Killzone 3’te de görüyoruz. Ekranın ortasında bulunan imleç ile hedef alıyor, Navigation kontrolcüsünün üzerindeki analog sayesinde ise karakterimizi ilerletiyoruz. Dönüşlerde biraz ağırlaşan oyunun bu Move desteği için normal kontrol sisteminde olduğu gibi biraz antreman yapmanız gerekebilir.
Bu noktada ön sürüme bir ara verip Helgan gezegeninden, daha doğrusu üçüncü oyunda gideceğimiz mekanlardan bahsetmek istiyorum. Serinin üçüncü oyunu için en zengin çevre detaylarını sunacağını söyleyebiliriz. Gerek demosu, gerekse de daha önce yayınlanan videolarından bir çok farklı mekâna, kısacası Helgan gezegeninin önemli noktalarına gideceğimizi çıkarıyoruz. Gideceğimiz mekanlar arasında fabrikalar, yaratıklarla kaplı ormanlar, karlı ve buzlu alanlar gibi farklı mekanlar bulunuyor. Ayrıca bu mekanlarda oynanışa etki eden bir çok faktörle de karşılaşacağız. Oyunun teknik yönünü de ön plana çıkaran bu detaylarda örneğin karlı alanlarda kar fırtınası çıkacak ve buna bağlı olarak görüş alanımız düşebilecek. Ayrıca mekana göre değişen atmosfer şartları da oyunun teknik yönden başarısını gözler önüne seriyor. Örneği fabrika kısmında havada uçuşan parçacıklar veya karlı alanlarda gene havada uçuşan karlar, atmosferi tamamlayan unsurlar olacak.
Killzone 3’ün yapay zeka konusunda ise bazı ufak problemleri hala bulunuyor. Ön sürümde uzun bir hendeğin diğer ucundaki Helgast’lara koşarak saldırdım ve bu saldırı sırasında maalesef beni vuramadılar. Sadece birkaç sıyrık sonucu bıçağımla her ikisini de hallettim. Bu noktada yakın dövüş sisteminden de bahsetmek istiyorum çünkü bazı anlarda oyuncuyu havaya sokacak aksiyonlar yaşanabiliyor. Mesela arkadan gizlice yaklaştığınız düşmanı boynundan kavrayarak boğazına bıçak saplayabiliyor veya tek bir hamle ile boynunu kırabiliyorsunuz. Düşman size doğru dönük ise küçük bir arbede yaşanabiliyor. Gene bir örnek ile açıklayacak olur ise birden karşınıza çıkan düşmanı kafasından tutarak duvara vurabiliyorsunuz. İşte tam bu anda zamanlamayı iyi ayarlayıp bitirici darbeyi vurmalısınız. Zamanında tuşa basmasanız rakip elinizi tutup sizi itebiliyor ve bu da zorlu bir mücadele anlamına geliyor. Yapay zekaya geri dönecek olur isek uzak anlı çatışmalarda ise rakibin iyi iş çıkardığını söyleyebiliriz. Sürekli sipar alıyor ve uygun anı kollayarak size ateş ediyorlar. Veya siper alanını değiştirebiliyorlar. Kısacası yapay zeka konusunda Guerrilla Games’in çıkış tarihine kadar biraz daha uğraşması gerekebilir.

Gelelim oyunun grafiksel durumuna. Killzone 3 grafiksel olarak oldukça iyi duruyor. Zaten ikinci oyun ile başarılı bir şekilde karşımıza çıkan yapım ekibi, üçüncü oyunda bu grafiksel detayları bir adım daha ileri taşımış. Başarılı bir atmosfere sahip olan oyundaki savaş alanı sadece sizden ibaret değil. Arka planda dinamik bir çevre ve başka çatışmalarda bulunuyor. Oyunun ön sürümünde ilk kısımlarda bizim çatışmamız şekillenirken arka planda ise çok daha büyük bir savaşın olduğunu hissediyorsunuz. Bu da zaten oldukça sağlam olan oyun atmosferini daha da hissedilebilir kılmış.
Grafiklerin ve kaplamaların gene başarılı bir şekilde karşımıza çıktığını söylemeliyim. Grafiklerde beni en çok etkileyen kısım ise karakter detayları oldu. Özellikle ana karakterler üzerinde fazlasıyla durulduğunu görüyoruz. Diyaloglarda karakterlerin yüz ifadeleri değişiyor ve bu yüz ifadelerinden nasıl bir ruh halinde olduklarını anlayabiliyoruz. Grafiklerdeki göze çarpan en büyük sorun ise kaplamalarda gözüken bazı geç yüklemelerdi. Oyunun HDD’ye yüklenmediğini ve ön sürüm olduğunu düşünürsek muhtemelen tam sürümde böyle bir problem olmayacaktır. Gene bir örnek ile açıklayacak olur ise birden karşınıza çıkan düşmanı kafasından tutarak duvara vurabiliyorsunuz. İşte tam bu anda zamanlamayı iyi ayarlayıp bitirici darbeyi vurmalısınız. Grafiklerde dikkat çeken bir diğer nokta ise partikül efektleri oluyor. Oyunun ön sürümünün ortalarında dev bir robot ile mücadele ediyoruz. Bu dev robotun ise farklı silahları mevcut. Normalde makineli tüfek tarzı bir atışı ile hedeflediği duvarları parça parça yıkan bu dev robot, sonlara doğru yaptığı saldırıda ise bu bölümdeki binaları tarumar edebiliyor. Boyunun bu kısmında bu dev robotu alaşağı etmemiz gerekiyor. Robota yaklaştığımız alanda ise üç tane ufak bina görüyoruz. Yeri gelmişken burada çoklu füze gönderen ve hedefe kilitlenen W.A.S.P. Launcher adlı silahın favorilerinizden birini olacağını söylemeliyim.
Normal atışlarında saklandığınız bu binalar sizi korurken lazer saldırısında ise binanın başınıza yıkıldığına şahit olabilirsiniz. Şahsen ilk oynayışımda bina başıma yıkıldığı için bir şey anlayamamıştım. İkincisinde ise bu lazer saldırısından koşarak kaçmaya çalıştım. Arkamı döndüğümde ise binaların paramparça olduğunu gördüm. Merak ettiğim nokta ise bu tür partikül efektleri oyunun genelinde mi yoksa sadece belli alanlarda mı karşımıza çıkacak? 3D desteğine de sahip olan oyunun grafiklerinde bahsetmek istediğim son nokta ise silah detayları. Oyunun bu konuda da oldukça başarılı olduğunu görüyoruz. 3D konusunda ise oyunun E3 fuarında bir çok site ve dergiden “3D grafiği en iyi sunan oyun” ödülünü aldığını da hatırlatmak istiyorum.
Killzone 3’ün multiplayer modları için ise bildiğiniz gibi geçtiğimiz ay bir beta yapıldı. Hemen hemen ikinci oyununkisine benzer modlara sahip olan multiplayer modları bazı oyun dinamikleri ile çok daha zenginleştirilmiş bir şekilde karşımıza çıkacak. Örneğin hikaye modunda da kullanacağımız JetPack ve robot kullanımı oyunun multiplayer modlarında da yer alacak.
Sonuç olarak Killzone 3 ikinci oyundan çok daha başarılı bir şekilde karşımıza çıkacağa benziyor. Multiplayer modları ve ana senaryo için çok daha titiz çalışan yapım ekibinin var olan ufak tefek hataları düzeltmek için ise kısa bir zamanı var.
Killzone serisi nedense hikaye olarak hep eleştirilerin odağında yer almıştır. Muhtemelen ana hikâyenin oyun üzerinde etkisinin çok az olmasından kaynaklanıyor bu durum. Yapım ekibi de bunun farkında olacak ki serinin yeni oyunu Killzone 3 için hikayenin çok daha ön planda olacağı müjdesini veriyorlar. Yazının bu kısmında serinin oldukça karışık ve günümüze olan göndermelere de sahip hikâyesinden ve ikinci oyunun sonuna biraz değineceğim. Bu nedenle henüz ikinci oyunu oynamamış olan oyuncular için spoiler yani keyif bozucu bilgi olabilir.

Killzone serisi hikaye yönünden bir çok eleştiri alsa da aslında oldukça sağlam ve 300 yılı aşkın bir hikayeye sahip. Bu hikâyenin başı ise 2055'li yıllara dayanıyor. Kısaca özetlemek gerekirse insanoğlu dünyanın artık iyice suyunu çıkarmış ve bilinen tüm kaynaklar bitmek üzere. Bu nedenle ülkeler arasında büyük bir savaş var. Bardağı taşıran son damla ise nükleer silahların atılmasıyla başlıyor. Zaten kaynak sıkıntısı çeken dünya bu nükleer tehdit ile birlikte yaşanamayacak bir hale geliyor. Tabi savaş sonucu insan ırkının büyük bir çoğunluğu da yitirilmiş oluyor. Savaş bittikten sonra ise zengin şirket ve devletler bir araya gelerek yeni bir oluşum içerisine giriyorlar. Oluşumun amacı ise güneş sisteminde yeni gezegenler bulmak ve insanlığın kaderini bu gezegenlerde sürdürmek olacaktır.
Fakat deneme fırsatı yakaladığımız Killzone 3'e geçebilmek için olayları direk olarak sonuca bağlayacağım.
Uzun bir keşif süresinden sonra yaşanabilir olarak adlandırılan iki gezegen Helgan ve Vekta keşfedilir. Vekta ekosistemi ve doğal şartları ile dünyaya daha çok benzemektedir. Helgan gezegeni ise tam anlamıyla bir nükleer santral gibidir. Doğal kaynaklar yönünden oldukça zengin olan Helgan gezegeni nükleer fırtınalar ile sarılı bir haldedir. Kısacası iki gezegene de büyük ölçüde bir göç başlar. Vekta gezegeninden Helgan'a gıda ve sağlık yardımı yapılırken Helgan'daki kaynaklar ise Vekta'ya aktarılır. Bu iki güç arasındaki alışveriş ve barış, tırmanan gerilim ve Scolar Visari'nin doğuşu ile farklı bir boyut kazanacaktır.

Bu gerilimin tırmanma aşamasında tabi ki daha bir çok savaş ve olay yaşanıyor. Fakat deneme fırsatı yakaladığımız Killzone 3'e geçebilmek için olayları direk olarak sonuca bağlayacağım. Sonuç olarak Helgan gezegeninde yaşayan insanlar yoğun radyasyon sonucu büyük bir değişime girerler. Vücutlarındaki bu değişim üçüncü, dördüncü kuşağın doğması ile birlikte çok daha farklı bir hale gelmiştir. Daha dayanıklı ve Helgan şartlarına alışkın bir hale gelen halkın kaderi ise başa geçen Scolar Visari ile tam anlamıyla değişiyor. Killzone 1'in başındaki konuşması ile artık insan olmadıklarını ve kendilerine Helgast diyeceklerini açıklayan Visari, büyük bir başkaldırışın da temsilcisi haline gelir. Bu dakikadan sonra Helgast'ların amacı ise Vektan'ı işgal etmek olacaktır. Nitekim ilk oyunda amansız gelen Helgast saldırılarına karşı direniyorduk. PSP için çıkan Liberation'da ise farklı bir konuya değinen seri ikinci oyunda ise bizi savaşın çok daha çetin ve zorlu geçeceği Helgan'ın kalbine indiriyordu.
İkinci oyunun sonunda ise nihayet Scolar Visari ile karşı karşıya geliyor ve küçük bir anlaşmazlık sonucu olsa da onun ölümünü görüyorduk. Sarsılmış bir şekilde kapıdan çıkan Sev, kafasını kaldırdığında ise büyük bir saldırı gemisi görüyor ve oyunu da böylelikle bitirmiş oluyorduk. Killzone 3 işte tam da ikinci oyunun bittiği yerden başlayacak. İlk görevimiz ise Helgast flosundan gelen bu çarpraz ateşten kaçmak olacak. Oyunun bu ilk dakikalarında zorlu bir mücadeleye gireceğimiz söyleniyor. Üçüncü oyun için ayrıca çatışmaların çok daha çetin geçeceği belirtilmiş. Çünkü lidersiz kalan Helgast’lar tam bir karmaşa içerisinde ISA birliklerine çok daha güçlü bir şekilde saldırıya geçecekler. Killzone 3 için belirtilen bir diğer önemli nokta ise Helgast kültürünü ve yaşam biçimini daha yakından tanıyacağımız oluyor. Ayrıca Helgast'ların yeni liderlik arayışları da oyunda işlenebilir.
Killzone 2 grafikleri ve atmosferi ile oldukça başarılı bir yapım olsa da özellikle bazı noktalarda eleştirilerinde odağı haline gelmişti. Bu eleştirilerin başında ise kontrol zorlukları ve yapay zeka geliyordu. İkinci oyunun çıkmasından kısa bir süre sonra karşımıza çıkacak olan Killzone 3 ise bu yönlerden daha başarılı bir şekilde raflardaki yerini alacak. Çünkü yapım ekibi olan Guerrilla Games, ikinci oyundan yeterli dersi aldıklarını ve üçüncü oyunda tüm bu açıkları kapatacaklarını vaat ediyor. Üçüncü oyunda ön plana çıkan bir diğer detay ise senaryo ve karakter sunumları ile ilgili olacak.

Oyunun ön inceleme sürümünü deneme imkanı bulduk ve genel hatlardan önce bu kısımdan biraz bahsetmek istiyorum. Bu ön sürümde oyundaki bir çıkartmaya tanıklık ediyoruz. Killzone serisinin özellikle ikinci oyununda oldukça ön planda olan hava araçları ile çıkarmamız başlıyor. Aşağıya indiğimizde ise oldukça güçlü bir direnç ile karşılaşıyoruz. Helgast’ların bu güçlü direncini kırdığımızda ise bizi çok daha büyük ve zorlu bir mücadele bekliyor. Büyük bir roboto karşı verdiğimiz bu mücadele hem oynanış hem de grafiksel detaylar olarak bir çok oyun dinamiğini gözler önüne seriyor.
Oyundaki Move kullanımı ise daha önce Wii ile FPS türünde oyun oynayanlara yabancı gelmeyecektir.
Öncelikle kontrol sisteminin ikinci oyuna göre biraz daha iyileştirildiğini söylemeliyim. Siper alma ve nişan alma konusunda ise gene klasik FPS lere göre farklı dinamikler kullanılmış. Bu da oyuna kısa bir alışma evresi gerektirebilir. Karakter ağırlığında ise aşama kaydedildiği gün gibi ortaya çıkıyor. Artık koşarken veya dönüşlerde çok daha rahat ve akıcı bir şekilde hareket edebiliyoruz. Hikaye sunumunda ise ekip bir hayli yol kat etmişe benziyor. Gerek çıkarma anı, gerekse de karakterler arası diyaloglarda fazlasıyla durulduğunu görüyoruz. Oynanış anındaki anlık sunumlar bu konuda oyuna zenginlik katmış. Üstelik yeni karakterlerin oyuna eklenmesi bu konuda farklı bir zenginliği de ön plana çıkarmış olacak. Kontrol sisteminde oyunun Move desteği ise merak edilecek bir diğer nokta oluyor.
Oyundaki Move kullanımı ise daha önce Wii ile FPS türünde oyun oynayanlara yabancı gelmeyecektir. Çünkü çok benzer bir oynanış dinamiğini Killzone 3’te de görüyoruz. Ekranın ortasında bulunan imleç ile hedef alıyor, Navigation kontrolcüsünün üzerindeki analog sayesinde ise karakterimizi ilerletiyoruz. Dönüşlerde biraz ağırlaşan oyunun bu Move desteği için normal kontrol sisteminde olduğu gibi biraz antreman yapmanız gerekebilir.

Bu noktada ön sürüme bir ara verip Helgan gezegeninden, daha doğrusu üçüncü oyunda gideceğimiz mekanlardan bahsetmek istiyorum. Serinin üçüncü oyunu için en zengin çevre detaylarını sunacağını söyleyebiliriz. Gerek demosu, gerekse de daha önce yayınlanan videolarından bir çok farklı mekâna, kısacası Helgan gezegeninin önemli noktalarına gideceğimizi çıkarıyoruz. Gideceğimiz mekanlar arasında fabrikalar, yaratıklarla kaplı ormanlar, karlı ve buzlu alanlar gibi farklı mekanlar bulunuyor. Ayrıca bu mekanlarda oynanışa etki eden bir çok faktörle de karşılaşacağız. Oyunun teknik yönünü de ön plana çıkaran bu detaylarda örneğin karlı alanlarda kar fırtınası çıkacak ve buna bağlı olarak görüş alanımız düşebilecek. Ayrıca mekana göre değişen atmosfer şartları da oyunun teknik yönden başarısını gözler önüne seriyor. Örneği fabrika kısmında havada uçuşan parçacıklar veya karlı alanlarda gene havada uçuşan karlar, atmosferi tamamlayan unsurlar olacak.
Killzone 3’ün yapay zeka konusunda ise bazı ufak problemleri hala bulunuyor. Ön sürümde uzun bir hendeğin diğer ucundaki Helgast’lara koşarak saldırdım ve bu saldırı sırasında maalesef beni vuramadılar. Sadece birkaç sıyrık sonucu bıçağımla her ikisini de hallettim. Bu noktada yakın dövüş sisteminden de bahsetmek istiyorum çünkü bazı anlarda oyuncuyu havaya sokacak aksiyonlar yaşanabiliyor. Mesela arkadan gizlice yaklaştığınız düşmanı boynundan kavrayarak boğazına bıçak saplayabiliyor veya tek bir hamle ile boynunu kırabiliyorsunuz. Düşman size doğru dönük ise küçük bir arbede yaşanabiliyor. Gene bir örnek ile açıklayacak olur ise birden karşınıza çıkan düşmanı kafasından tutarak duvara vurabiliyorsunuz. İşte tam bu anda zamanlamayı iyi ayarlayıp bitirici darbeyi vurmalısınız. Zamanında tuşa basmasanız rakip elinizi tutup sizi itebiliyor ve bu da zorlu bir mücadele anlamına geliyor. Yapay zekaya geri dönecek olur isek uzak anlı çatışmalarda ise rakibin iyi iş çıkardığını söyleyebiliriz. Sürekli sipar alıyor ve uygun anı kollayarak size ateş ediyorlar. Veya siper alanını değiştirebiliyorlar. Kısacası yapay zeka konusunda Guerrilla Games’in çıkış tarihine kadar biraz daha uğraşması gerekebilir.

Gelelim oyunun grafiksel durumuna. Killzone 3 grafiksel olarak oldukça iyi duruyor. Zaten ikinci oyun ile başarılı bir şekilde karşımıza çıkan yapım ekibi, üçüncü oyunda bu grafiksel detayları bir adım daha ileri taşımış. Başarılı bir atmosfere sahip olan oyundaki savaş alanı sadece sizden ibaret değil. Arka planda dinamik bir çevre ve başka çatışmalarda bulunuyor. Oyunun ön sürümünde ilk kısımlarda bizim çatışmamız şekillenirken arka planda ise çok daha büyük bir savaşın olduğunu hissediyorsunuz. Bu da zaten oldukça sağlam olan oyun atmosferini daha da hissedilebilir kılmış.
Grafiklerin ve kaplamaların gene başarılı bir şekilde karşımıza çıktığını söylemeliyim. Grafiklerde beni en çok etkileyen kısım ise karakter detayları oldu. Özellikle ana karakterler üzerinde fazlasıyla durulduğunu görüyoruz. Diyaloglarda karakterlerin yüz ifadeleri değişiyor ve bu yüz ifadelerinden nasıl bir ruh halinde olduklarını anlayabiliyoruz. Grafiklerdeki göze çarpan en büyük sorun ise kaplamalarda gözüken bazı geç yüklemelerdi. Oyunun HDD’ye yüklenmediğini ve ön sürüm olduğunu düşünürsek muhtemelen tam sürümde böyle bir problem olmayacaktır. Gene bir örnek ile açıklayacak olur ise birden karşınıza çıkan düşmanı kafasından tutarak duvara vurabiliyorsunuz. İşte tam bu anda zamanlamayı iyi ayarlayıp bitirici darbeyi vurmalısınız. Grafiklerde dikkat çeken bir diğer nokta ise partikül efektleri oluyor. Oyunun ön sürümünün ortalarında dev bir robot ile mücadele ediyoruz. Bu dev robotun ise farklı silahları mevcut. Normalde makineli tüfek tarzı bir atışı ile hedeflediği duvarları parça parça yıkan bu dev robot, sonlara doğru yaptığı saldırıda ise bu bölümdeki binaları tarumar edebiliyor. Boyunun bu kısmında bu dev robotu alaşağı etmemiz gerekiyor. Robota yaklaştığımız alanda ise üç tane ufak bina görüyoruz. Yeri gelmişken burada çoklu füze gönderen ve hedefe kilitlenen W.A.S.P. Launcher adlı silahın favorilerinizden birini olacağını söylemeliyim.

Normal atışlarında saklandığınız bu binalar sizi korurken lazer saldırısında ise binanın başınıza yıkıldığına şahit olabilirsiniz. Şahsen ilk oynayışımda bina başıma yıkıldığı için bir şey anlayamamıştım. İkincisinde ise bu lazer saldırısından koşarak kaçmaya çalıştım. Arkamı döndüğümde ise binaların paramparça olduğunu gördüm. Merak ettiğim nokta ise bu tür partikül efektleri oyunun genelinde mi yoksa sadece belli alanlarda mı karşımıza çıkacak? 3D desteğine de sahip olan oyunun grafiklerinde bahsetmek istediğim son nokta ise silah detayları. Oyunun bu konuda da oldukça başarılı olduğunu görüyoruz. 3D konusunda ise oyunun E3 fuarında bir çok site ve dergiden “3D grafiği en iyi sunan oyun” ödülünü aldığını da hatırlatmak istiyorum.
Killzone 3’ün multiplayer modları için ise bildiğiniz gibi geçtiğimiz ay bir beta yapıldı. Hemen hemen ikinci oyununkisine benzer modlara sahip olan multiplayer modları bazı oyun dinamikleri ile çok daha zenginleştirilmiş bir şekilde karşımıza çıkacak. Örneğin hikaye modunda da kullanacağımız JetPack ve robot kullanımı oyunun multiplayer modlarında da yer alacak.
Sonuç olarak Killzone 3 ikinci oyundan çok daha başarılı bir şekilde karşımıza çıkacağa benziyor. Multiplayer modları ve ana senaryo için çok daha titiz çalışan yapım ekibinin var olan ufak tefek hataları düzeltmek için ise kısa bir zamanı var.
Smackdown Vs Raw 2011 İncelemesi

Evet beyler biraz geç oldu ama SvR 11 incelemesiyle karşınızdayım.
Oyunu iyice oynayıp bütün modlarının zevkini çıkarmak istedim doğrusu.

Her sene olduğu gibi THQ Smackdown Vs Raw serisinin yeni oyununu çıkardı.
Oyun 29 Ekim'de Ps2,Ps3,Xbox360,Psp,Wii için çıktı.Amerikan güreşinin ne olduğunu biliyorsunuzdur ama ben genede anlatıyım.Tamamen çalışılmış oyunların,dövüşlerin,sahnelerin geçtiği bir program.Siz böyle dediğime bakmayın acayip hayran kitlesi vardır.Ülkemizdede bir sürü hayran kitlesi var.Fox Tv'de yayınlanıyor.
Neyse biz oyuna dönelim.Bu seneki oyun bir öncekiler gibi Training moduyla açılışını yapıyor.
Fakat bu mod Ps2 versiyonunda her zamanki gibi yok.Moda gelince SvR serisinin başka oyunlarını oynadıysanız bu modu rakibinize 2 yumruk 1 tekme atıp geçiceksinizdir fakat sonra sıkılınca tekrar bu modda farklı atraksiyonlar deneyebilirsiniz.Fakat oyunu daha önce oynamamış veya acemi kişiler varsa bu mod çok yardımcı olcaktır onlara.Ama onun dışında bişi beklemeyin.Şimdi geldik menüye.Menü tasarımı 2010'dan farklı değil.Sadece menüye WWE Universe modunu görüceksinizdir.Onu size daha sonra anlatıcam.Oyunu yeni aldıysanız ilk önce 1'e 1 maç yapıcaksınızdır hemen diye düşünüyorum.Maçınızı yaptınız ama fazla bir kaç hareket kombinasyonlarından farklı yeni birşey göremiceksinizdir.[Şimdilik.]
Tekrar geldik menüye.Menüde tur atıcaksınızdır.Mod anlatımlarına ilk önce WWE Universe modundan başlıyalım.
WWE Universe:
Bu modda THQ size WWE evrenini yaşatmak istemiş.Burda her hafta,her brandda istediğiniz maçları yapabilme imkanı sunmuş oyun size.Bu modu bitirmek için çok uğraştım ama o kadar uzunki oynamaktan daraldım

Bu arada burdaki hazır maçları beğenmezseniz siz kendinize göre maçlar ekleyebilirsiniz ama maç türünü değiştiremezsiniz.
Match Creator:
Bu modun aslında tam bir mod olduğunu söyliyemiycem.Yarı mod veya ekstra bir özellik diğebiliriz.Burda maçlarınıza birkaç özellik ekleyip veya birkaç özellik çıkartabilirsiniz.
Mesela maçınıza süre limiti ekleyebilirsiniz.Fakat bu modu 1-2 maç dışında kullanmadığımı itiraf etmeliyim çünkü gereksiz olduğunu düşündüğüm bir özellik.
WrestleMania:
Seriyi daha önce oynamış olanların alıştığı bir mod.Bir önceki senlerde olan bu modu daha önce oynadığınız için bu senekini fazla merak etmiyceksinizdir.Ama sakın öyle bir hataya düşmeyin!Çünkü bu moda çok fazla özellik eklenmiş.Bir önceki senelerde sadece video ve maçların bulunduğu mod bu sene WWE evrenin arkaplanını yaşatıyor size.
Maçlara girmeden önce diğer güreşçilerle konuşabilir veya onlara diklenip dövebilirsibiz.Sonra kazandığınız puanlarla da Antreman odasına gidip burda kendinizi geliştirebilirsiniz.Ama bu geliştirme yerinde sadece 1 gücünüze bütün puanları verirseniz 5. Level'e ulaşabilirsiniz.Maçtan önce o gece ki maçları öğrenmek için maç tablosuna bakabilrsiniz.Bu seneki modun kötü yanlarına gelirsek belli başlı şeyler var;
Karar verme anları kaldırılmış ki bu olay benim geçen seneki oyunda en çok hoşuma giden şeydi.Ayrıca hikayeyide etkileyen bir olaydı bu.
Şimdi geldik Challenge'lara.Gene gereksiz olduğunu düşündüğüm bi özellik.Kısaca belli haftalarda belli bir kişiyle dövüşmeniz gerekiyor."Eeee yani nolmuş?" falan diyebilirsiniz ama bu haftaları ve kişileri sizin bulmanız gerekiyor ve bunların bazılarını bulamazsanız bazı karakterle açılmıyo ve bu olayı öğrenene kadar 1-2 Wrestlemania bitirmiş olabilirsiniz.Bence insanları boş yere uğraşa sokan bir özellik.

Create A Finisher:
Bu bölüme her sene olduğu gibi gene başka bir Finisher pozisyonu eklenmiş.Son oyunlardaki hareketlerin aynısı gene bu bölümde var.Güzel birşey değil mi?
Ama yeni bir hareket varmı?Yok.İşte bu yüzden bu bölüme sadece 1 kere girdiğimi belirtmeliyim...
Create A Superstar:
Her zamanki gibi yeni animasyonlar,farklı şeyler eklenerek geliştirilen bölümlerden birisi burası.Bu bölümüde bir oyun sayarak vaktinizi rahatlıkla harcayabilirsiniz.
Multiplayer:
Bu seneki multi ile geçen seneki nerdeyse aynı.Sadece çok fazla yaşadığımız lag sorunu bayağı azaltılmış ama hala var.Multiplayer oynamak için oyunu aldığınız kutudaki kitapçığın arkasında bulunan kodu yazmanız gerekiyor.Fakat bu kod sadece 1 kere kullanılabilir.Yani 2.el alıyım multi oynayayım derseniz paranız boşa gider haberiniz olsun yani.Yakında bütün firmalar bu olaya yönelirse işimiz zor diyorum başkada birşey demiyorum.

Geldik oyunun en önemli özelliği diyebilceğimiz yere.
Grafikler:
Oyun her sene olduğu gibi daha fazla animasyonlar daha gelişmiş grafik detayları ile karşımıza çıkıyor.Oyunun Tlc,Extreme Rules,Hell İn A Cell gib bölümlerine daha çok özellik gösterilmiş.Kırılan masaların kaybolmaması.Merdivenlerin,masaların,sandalyelerin farklı konumlarına konulabilmesi,üst üste 2 masa koyabilmeniz,merdicenden masanın üstüne adam atabilmeniz gibi çok farklı animasyonlar-özellikler eklenmiş.Zaten bu Tlc maç olayını abartarak ard arda 5-6 maç yaptım zamanlar oldu ki gerçekten süper bi olay.Rakibinizin belli yerlerine birkaç kere vurduğunuzda kızardığını görebilirsiniz.Fakat oyun genede hareketler konusunda fazla gelişmemiş.Fakat karakter detayları gibi özellikler hatalarını giderebiliyor.Özellikle Randy Orton,John Cena,The Miz,Sheamus,Triple H gibi karakterlerin detaylarını görünce gerçekten şaşırcaksınızdır.Oyunda karakterlerin kaslarının gerilmesi gibi detaylar bile es geçilmemiş.Hatta seyircilerin bile detayları daha fazla artmış.Genel olarak oyun grafikler konusunda kendini geliştirdiğini belli ediyor.
SvR 11 grafik olarak benden 8.9 puan alıyor...
Ses:
Oyunun zaten en önemli özelliklerinden biri ses.Seyicilerin sesleri ve spikerlerin sesleri oyuna çok iyi aktarılmış.Fakat spikerlerin önemli anlarda sessiz sakin bir şekilde anlatımlarına devam etmesi veya seyircilerin bazen tamamen susup en abuk subuk zamanlarda sevinmesi gibi olaylarda var.Oyunun Tlc maçlarını çok beğendimi söylemiştim.Peki bu bölümün sesleri iyimi?Bence gerçekten iyi.Masaların kırılmasındaki sesler gerçekten iyi.Gelelim karakter seslendirmelerine.Bu olay sadece WrestleMania'da gerçekleşiyor.Ama bu karakter seslerinin senkronları oyunla hiç uyulmamış yani karakteriniz bağırırken suratı gülebilir veya karakteriniz sinirliyken sesi yumuşak olabilir.
Ayrıca ağız senkronlarıda uymamış.Bu özellik oyuna kötü bir etki yapmış.
Ama seslerin genelde başarılı olduğunu söylemeliyim.SvR 11 ses olarak bende 8.3 alıyor...
Oynanabilirlik:
Oynanabilirlik diyince genelde akla gelen ilk özelliklerden biri olan kontrol yapısı geliyor akla.Kontrol yapısı geçen seneye oranla bazı konularda değişmiş.Mesele rakibinizi yerde sürükleme tuşu Ps'te L2 tuşu,Xbox360'ta LT olmuş.Ayrıca bazı tuşlara yeni özelliklerde eklenmiş.Oyunda etrafta etkileşim gene hat safhada.Masaları tutup fırlatma,rakibinizin kafasını sandalyelere sıkıştırma,seyircilere bağırma,seyircilerden eşya alma,spiker masalarına çıkmak vs... herşey var gene oyunda.Oyunun sinamatikleri ise geçen senenin üzerine fazla birşey eklenmemiş ama genede göze çok hoş geliyor.Özellikle Triple H,John Cena,Randy Orton,Undertaker gibi karakterlerin Entrance'larını sıkılmadan izleyebilirsiniz çünkü çok gerçekçi olmuş.
Şimdi gelelim SvR serisinin en çok tökezlediği yere:Yapay zeka.Yuke's oyunu bu konuda geliştirdiklerini söylemişti ki bu haber bizi çok sevindirmişti.Ama oyuna girince "Yok abi gene olmamış,gene olmamış!" diyceksinizdir.Çünkü yapay zeka harbi "Abuk subuk" şeyler yapıyor.Oyunu Legend modda oynarsak belki olmaz diyceksinizdir ama genede bir fark yok sadece sizi azcık da olsa zorlar.Rakibinize ard arda 2-3 finisher bile yapsanız,yerdeki rakibi tekrar kaldırmaya çalışırken Reversal yaparsa nanayı yersiniz.
Sadece buda değil rakibinize koşarak finisher yapmaya kalkarsanız siz 2-3 kere hareketi kaçırsanız bile rakip sizi izlemekten başka bir iş yapmıyo.En fazla izlerken belini pantolonunu düzeltir o kadar.Yuke's beni bu alanda gene hayal kırklığına uğrattı ki keşke bu olayı düzeltip Universe modunu eklemeselerde olurdu.
SvR 11 oynanabilirlik olarak benden 8.6 puan alıyor...

Sonuç olarak,SvR11 başarılı,serinin özüne geri dönmüş ve gördüğüm en iyi SvR oyunuydu.
Grafikler 8.9
Sesler 8.3
Oynanabilirlik 8.6
Genel Olarak 9 puan alıyor SvR 11 benden...
Call of Duty: Black Ops Senaryosu
Oyunun senaryosu harbi dehşet. bu oyunu film yapsalar 1000 tane oscar alır abi hıkayeye bak . Anlayamadıgınız yerler varsa sorabilirsiniz.
Oyun Mason,Frank Woods ve Joseph Bowman'ın Operasyon 40'ın bir parçası olan Kübanın Bay of Pigs istilası süresince Fidel Castroyu öldürmeye çalışmasıyla başlıyor.Mason görünürde suikastte başarılı oluyor.Fakat bu sırada kaçışları hala deva etmektedir.Mason kaçışın, dolayısıyla kaçtıkları uçağın dışında kalır.Gerçek Castro ve Küba militanları tarafından yakalanır.Sovyetlerle birlik olmaya zorlanır.Castro, Mason'ı General Nikita Dragovich'e teslim eder.Ardından Mason Vorkuta Hapishanesinde 2 yıl tutulur.
Esirliği boyunca, Mason ve koyu bir Kızıl Ordu askeri olan Viktor Reznov arkadaş olurlar.Reznov Mason'a Mason'ın işkencesine karışan Dragovich, Lev Kravchenko ve Sovyetler Birliğini satan bir eski-nazi olan Friedrich Steiner'ın kim olduklarını anlatır.Üçününde Reznovla yaşanmışlıkları vardır.1945 Ekim'inde Reznov,Dragovich,Kravchenko ve Dimitri Petrenko Steiner'ın yerini bulmaya gönderilen bir ekibin parçasıydılar.


Operasyon boyunca Reznov,gaz ajanı olarak bilinen Steiner'ın eserini Petrenko üzerinde kullanan Dragovich tarafından ihanete uğradı.İngiliz SAS Komandoları tarafından saldırıya uğradıklarında Reznov oradan kurtuldu.Karışıklık boyunca, Project Nova'yı yok etti.Fakat Ruslar tarafından kaçırıldı ve son bilinen hali olan "Nova-6" haline getirildi.Kısa bir süre sonra, Reznov Vorkutada esir düştü.Vorkutada Mason ve Reznov mahkumları kaçmak için kışkırttı ve kaçtılar.Fakat sadece Mason kaçtı.

Bir ay sonra, başkan John F. Kennedy Dragovich'in Suikasti için yetki verir.

Kasım 1963de Mason, Woods ve Bowman Sovyet Uzay Programını engelleyip Rus Asıllı CIA ajanı Grigori Weaver ı kurtarmak ve Sovyet Yükseliş Programı üyelerini öldürmek için görevlendirildiler.Dragovich burada suikastten paçayı kurtarır ve Mason'ı onu bulması için tahrik eder.

Vietnam Campaign'i boyunca diyaloglar bize Mason'ın bize akıl sağlığının bozuk olabileceğini ve aslında Reznov'un olmayabileceğini ipucu etti.Takım düşmüş bir sovyet uçağından 'Nova 6' mallarını alabilmek için Loas'a girdi.Görev devam etti fakat takım yakalandı.Mason ve Reznov kaçtı, fakat Bowman öldürüldü ve Woods da Kravchenko yu öldürdükten sonra ölür(?).Bu arada Hudson ve Weaver Kowloon da Nova 6'i stabilize etmiş mühendis Clarke'ı sorguluyordu.

Clarke Dragovich'in adamları tarafından öldürülmeden önce Steiner'ı komplonun bir parçası olarak afişe etti.Görev boyunca Hudson Steiner'dan onla Aral denizindeki Rebirth Adasında buluşma isteğiyle ilgili sinyaller aldı.(Steiner'dan Amerikan şehirlerine salınacak olan gazlarla ilgili olan istasyondan gelen numaraları bulmayı ve bu işi durdurmayı öğrenecekti.)Bu sırada, Mason ve Reznov Rebirth adasına Steiner'ı öldürmek için yola çıktılar.Reznov Steiner'ı öldürür fakat Hudson Mason'ın öldürdüğü yönünde şahitlik yapar.
Bu sırada Hudson ve Weaver Mason'ın sorgulayıcıları olarak ortaya çıkar.Hudson Mason'ın beyninin Dragovich tarafından numaraları anlamaya çalışmak için yıkandığını anlar.. dolayısıyla uyutulmuş bir sovyet ajanı olmuştur.Hudson Mason'ı kasten onu takip etmesi için serbest bırakır.Böylece Reznov'un Vorkuta kaçışı sırasında öldüğü, ve Mason'ın Reznovla ilgili gördüklerinin Reznov'un Mason'ın beyin yıkama programını sabotaj etmesinin ürünü olan kişilik bozuklukları olduğu ortaya çıkar.Aslında Mason'ın Kennedy'yi öldürmesi gerekiyordu.Fakat Reznov onu Dimitri Petrenko'nun ölümü ve ihanetiyle sorumlu olan üç kişinin izini sürmesi ve öldürmesi için programlamıştır.Ve Mason şifrelerin anlamını çözer ve Küba kıyılarındaki Rus Kargo Gemisi olan Rusalka'nın yerini ortaya çıkarır.
Şafak vaktinde, takım Rusalkaya doğru harekete geçer.Mason ve Hudson da gemi tarafından korunulan denizaltı yayın istasyonunu yok edecekti.Bu istasyon Sovyetler tarafından planlanan Amerika Nova-6 saldırısından sonra barınma yeri olarak kullanılacaktı.Rusalka'nın numaların istasyonu olduğu doğrulanır.Hudson gemiyi ve altındaki denizaltı üssünü yoketmek için Amerika Deniz Donanmalarını çağırır.Mason ve Hudson sonunda denizaltı üssünün alt kısımlarında Dragovich'i öldürürler ve deniz donanması gemiyi yok ederken yüzeye doğru yüzerler.Ve Weaver zaferi kutlar.

Hikaye çizgisi burada sona erdiğinde Başkan Kennedy'nin suikasti ile ilgili bir video girer.Aynı video ikinci kez girdiğinde Mason, Kennedy'nin konvoyunu selamlayan insanların arasında görülür, Kennedy'yi öldürecek kişi olarak...
Sadece aradaki birkaç yeri çevirmedim ama en önemli yerlerini çevirdim.
Ve en sondaki Kennedy ile ilgili videoyu izleyip Mason'ı gördükten sonra anladım herşeyi.
Mason en son Kennedy'yi öldürmüş ve yakalanmış.Amerika kendisine yarar değil zarar sağlayacak üç Rus u öldüren adamı yakalayıp kanlı bir şekilde işkence yapıp elektrikli sandalyeye oturtmaz değil mi.
Şu senaryodan sonra artık oyunun hiçbir sorunu gözümün önüne gelmiyor.Tebrikler gerçekten.
ayrıca
Seslendirmeler de müthişti yav. Reznov'u seslendiren usta oyuncu Gary Oldman , Mason'ı seslendiren Sam Worthington(Avatar,Terminator:Salvation) , Hudson'ı seslendiren Ed Harris harika iş çıkarmışlar.
Battlefield Bad Company 2: Vietnam oyun incelemesi
Geçtiğimiz Mart ayında çıkarak 2010 yılının en iyi multiplayer tecrübelerinden birini yaşatan Battlefield: Bad Company 2 için pek çok harita paketi ve güncelleme yayınlandı. DICE, bunlar ile farklı üniformalar ve haritalar eklerken, hazırladıkları en büyük güncelleme paketini yılın sonuna sakladı. Bad Company 2 – Vietnam, oyuncuları modern savaş temasından kopararak savaşın ve Rock ‘n Roll’un harmanlandığı 60’ların Vietnam’ına götüren bir içerik paketi.
Bad Company 2, Vietnam ek paketi ile birlikte tamamen farklı bir havaya bürünüyor. 5 yeni harita, döneme ait 15 silah ve 6 araç, yeni karakter modellemeleri, seslendirmeler ve müzikler sayesinde ek paket yerine yeni bir oyun oynuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Tüm bunlar Bad Company 2’nin takım oyununa odaklanan oynanışını hiç değiştirmiyor. Vietnam’da oynarken yine kendi bireysel başarınızı ve Kill/Death oranınızı önemsemiyor ve takımınızın bir parçası olarak faydalı bir asker olmaya çalışıyorsunuz.
Vietnam’a ve 60’lara gittiğinizde ilk göze çarpan değişiklik teknolojinin gerilemesi oluyor. Artık Red Dot’a sahip dürbünler, düşmanı fişleyeceğiniz Tracer’lar, hareket algılayıcı sensörler ya da güdümlü roketler bulunmuyor. Bunlarla beraber araç sayısı da düşürülerek daha çok piyade savaşına ağırlık veriliyor.
Bad Company 2’deki bazı silahlar Vietnam’da da bulunuyor. Bu nedenle oyundaki 15 adet silahın hepsi yeni değil. Oyundaki sınıflardan Recon (Sniper) hariç diğer hiç bir sınıf dürbünlü silah kullanamıyor. Yapımcılar, teknolojinin 40-50 sene gerilemesiyle birlikte silahların günümüz Anti-Recoil (Geri tepme önleyici) sistemlerine sahip olmayacağını ve bu nedenle geri tepme oranlarının artacağını belirtmişti. Fakat oyunda bunu hissedebildiğimizi söyleyemeyeceğim.
Battlefield: Bad Company 2 - Vietnam, Vietnam Savaşının filmlerde gördüğünüz sahnelerini yaşamanıza olanak kılıyor.
Silahlar, teknik özelliklerinin yanı sıra görsel anlamda da döneme ayak uydurmuş. Bantla yapıştırılmış şarjörler ve soyulmuş yüzeyler gibi detaylar sayesinde eski bir silah kullandığınız hissine kapılıyorsunuz. Bununla birlikte, silahların hasar miktarlarının arttırılmış olduğunu farkedeceksiniz.
Alev makinesi olmayan bir Vietnam olmayacağı için M2 Flamethrower da yeni eklenen silahlardan biri olmuş. Piyade savaşına ağırlık verildiği için, bu silah yakın mücadelelerde oldukça etkili oluyor. Fakat açık alanda kullanmanız durumunda bir anda kurşunlar için mıknatısa dönüşebiliyorsunuz çünkü çıkan alevler nedeniyle oldukça dikkat çekiyor ve haritadaki bir numaralı hedef oluyorsunuz.
Bad Company 2’deki sınıflar (Assault, Engineer, Medic ve Recon) Vietnam’da da aynı amaca hizmet edecek şekilde tasarlanmış. Sadece döneme ayak uydurmak açısından bazı ufak değişikliklere maruz kalmışlar. Assault, takım arkadaşlarına cephane sağlamak için mermi kutusu bırakabiliyor ve buna ek olarak M79 Thumper (Grenade Launcher) ile belli bir mesafeye bomba atabiliyor. Engineer, kullanabildiği RPG-7 AT ile araçların bir numaralı avcısı olmaya devam ederken, sahip olduğu kaynak makinesi (Bad Company 2’deki Repair Tool’un atası) ile araçları tamir edebiliyor. Medic, takım arkadaşlarının sağlıklarını kazandırıyor ve ölenleri şırınga ile hayata döndürebiliyor. Recon ise havan topu saldırısı yapabiliyor ve dinamit (C4’ün yerine) yerleştirebiliyor. Görüldüğü gibi sınıflar yine aynı dengeye ve özelliklere sahipler.
Ayrıca yine Bad Company 2’de olduğu gibi bu sınıfları kişiselleştirerek bazı ek özellikler kazandırabiliyorsunuz. Specialization’da açılan seçenekler sayesinde daha az hasar almak ya da daha fazla mühimmata sahip olabilmek gibi ek özelliklere sahip olabiliyorsunuz.
Vietnam’da an itibari ile dört adet oynanabilir harita bulunuyor. Önümüzdeki günlerde yapımcı DICE’ın başlattığı Operation Hastings görevinin tamamlanmasıyla beşinci harita da oyunculara sunulacak. Daha önce de bahsettiğim gibi araç sayısındaki azalma, bu haritaların ve Vietnam savaşının yapısından kaynaklanıyor. Amerikan askerleri araç konusunda daha şanslı iken, Vietnam tarafında, bu araçları pusuya düşürecek ve kazılmış siperlerden saldırmaya olanak kılan bir yapı hakim. Yakın mücadele için tasarlanan bu haritaların oldukça başarılı olduğunu söylemeliyim. Hatta sadece taktiksel anlamda değil, görsel açıdan da sizi havaya sokarak savaş atmosferini başarılı bir şekilde yansıtıyorlar. Mesela Hill 137’de Vietnam askerlerinin bulunduğu yer Napalm ile vurulmuş ve zemin alevler içerisinde yanıyor. Bu görüntü, karşıdan bakınca gerçekten de insanı etkiliyor.
Haritalarda genel olarak kullanacağınız geçitler bulunuyor. Bu noktalarda stratejinizi iyi belirlemeniz gerekiyor. Mesela Vantage Point haritasında her iki taraf da tank kullanabiliyor fakat bu tanklar karşı tarafa geçebilmek için barakalarla dolu bir kasabadan geçmek zorunda kalıyorlar ki bu da bolca tanksavara maruz kalmaları anlamına geliyor. Bu haritalarda tümsekleri, kayaları ve yıkıntıları siper alarak kademeli bir şekilde ilerlemeniz gerekiyor. Bu noktada da takım oyunu ön plana çıkıyor.
Takım oyununa ve sınıflar arasındaki dengeye örnek vermek gerekirse; bir keresinde hiç Recon’a (Sniper) sahip olmayan bir takımda yer almıştım. Bir süre sonra kendi tarafımıza geri çekilmek zorunda kaldık ve hiç bir adamımız uzak mesafeye sahip bir nehrin karşısına geçemedi. Hiç kimse Recon olmadığı için yoğun ateş altında bölüm boyunca ölmek zorunda kaldık ve yenildik. Bu nedenle, bir sınıfın eksikliğinde ortaya çıkan dengesizlik takımınızın kaybetmesine neden olabiliyor. Zaten Bad Company 2’de Team Deathmatch ve benzeri multiplayer modları bulunmamasının da nedeni bu. Vietnam’da da haritaları Rush ve Conquest modlarında oynuyorsunuz ve bu da rastgele savaşmayı değil de tüm takımı kapsayan bir amaç için savaşmanızı sağlıyor.
Kasabalarda sürekli propaganda yayını yapan hoparlörler bulunuyor. Bunları patlattığınızda ses kesilerek anons sona eriyor.
Vietnam’ın atmosferine en büyük katkı sağlayan öğelerden biri de müzikler oluyor. Toplamda iki saate kadar süren ve dönemin popüler Rock ‘n Roll temasına sahip 49 parçalık bir müzik listesi bulunuyor. Bu parçalar, savaş atmosferini bozmayacak şekilde oyuna adapte edilmiş. Şarkılar, kullanacağınız araçların radyolarında çalıyor ve istediğiniz zaman parça değiştirebiliyorsunuz. Bu sayede filmlerde gördüğünüz Vietnam Savaşı atmosferine kapılıyorsunuz. Mesela UH-1’e beş kişi bindiğinizde ve aracın ağır makineli tüfeğini kullanırken, yanınızdaki takım arkadaşınızın helikopterin açık kapısından ateş etmesi ve radyoda çalan Rock ‘n Roll parçalar kendinizi tam bir Vietnam sahnesinde bulmanıza neden oluyor.
Vietnam’ın bazı eksiklikleri de bulunuyor. Mesela silahların daha fazla geri tepmeye sahip olması daha iyi olurdu gerçekçilik açısından. Ayrıca haritalarda, Bad Company 2’nin en büyük özelliklerinden biri olan yıkılabilirlik özelliği çok az bulunuyor. Genelde kulübe tarzında evler bulunuyor ve yıkabileceğiniz çok fazla yapı bulunmuyor. Bazı yapılara ise hiç zarar veremiyorsunuz. Ayrıca Vietnam denince akla gelen, sık ormanlardan oluşmuş bitki örtüsüne sahip araziler ve tünellere sahip bir harita da bulunsaydı daha güzel olabilirmiş. Bunları aslında eksik yerine saymamamız daha yerinde olur zira 15$’a satın alabileceğiniz Vietnam ek paketi bu parayı fazlasıyla karşılıyor (Özellikle de 15$’a sadece beş harita satan farklı yapımlar varken). Vietnam kesinlikle övgüyü hak eden, atmosferi ve oynanabilirliği ile Bad Company 2’yi beğenmiş oyuncuların oynaması gereken bir yapım.
İşletim sistemi: Windows Vista veya Windows 7
İşlemci: Core 2 Duo 2.0 GHz
RAM: 2 GB RAM
Sabit Disk alanı:15 GB boş alan
Ekran kartı: 512 MB (NVIDIA GeForce GTX 260) Ekran Kartı
DirectX Compatible ses kart
DirectX: 10
God of War 2 Tam Çözüm Resimli Anlatım

İlk halledeceğimiz şahıs COLOSSUS. Yalnız onla karşılaşana kadar geçen ayları yad ediyoruz. Bir sürü adam gelecek ister kapın ister alın ister satın.. keyif sizin. Burada komboları öğreniyoruz. Gerçi Kratos’da şu an bütün kombolar var sayılır. Yalnız daha önce bu oyunun birini oynayanların gözünden bir şey kaçmayacaktır. Herifler tam size vururken daha önce L1 yapıp korunma alırken Kratos ellerini ileri atıp adamları savuruyordu. Tam o sırada KARE yapınca dağıtmış oluyorduk. Ama şimdi yapamıyoruz. Oyunun belli bir yerine kadar hep bundan yakındım. Ama bir yerde öyle olmadığını görünce çok şaşırmıştım. Zamanı gelince anlatıcam. Neyse tekrar oyundayız. Adamları haklayınca kapıyı gidip açıp ordan devam edin. Balkona kadar gelin. Burada çift zıplamayı gösterecek. Balkondan aşağı atlayın. Burada biraz daha dikkatli olun. Colossus gerildiği zaman eli ile hamle yapacak. Tam bu sırada sağ analog ile takla atın nereye çekerseniz oraya atar. O elini atınca biraz bekliyor ve yeri kazıyor. Hemen bu sırada vurun yapın, sıralayın komboları. Yada Poseidon yıldırımlarını yapın. Hangisi kolayınıza geliyorsa. Bu şekilde devam edin sonunda Colossun bayılacak. Yukarı çıkın ve mancına oturun. Fırlatıyoruz kendimizi bu sırada speed kill çıkıcak. Doğru yaptığınızda son bir hamle ile Colossus sizi fırlatmış olacak. Geldiğiniz yerde hemen denize dalmayın. Etrafınız Afyon Kaplıcaları gibi. Paravanları teker teker kırın. Bir tanesinin arkasında sizi bekleyen iki hatun var. İsterseniz onlara biraz tarih çalışabilirsiniz. Dersi bitirdikten sonra denize dalın yuvarlak dibe üçgen yukarı gidiyor. R1 ile dash yapıyoruz. X ile de zıplama. Yanan yerden yukarı çıkın ve kolu çekin. Şimdi burada bir yenilik var PoP’ dan biraz esinlenilmiş. Parlayan yere Kratos silahını sallayıp uzun atlayış yapıyor bunu iyi öğrenin ilerde oldukça var çünkü. Havada iken R1 e basılı tutun sallanırsınız. X ile de kendinizi bırakıyorsunuz. Karşıya geçip yola devam edin. Gelenleri halledin biraz ilerleyince Colossus ayağını sallayacak hazırlıklı olun seri bir şekilde yuvarlak yapıp kurtuluyoruz. Sol tarafta yeşil orb sandığı ve kırmızı sandık var. Alın ve yola devam edin. Şimdi yukarı tırmanıyoruz. İlk tırmanışı yapın Colossus bir kere vuracak. İkinci kez vurmadan sola doğru kayıyoruz dibe gelin ve geri doğru atlayın aşağıda görmüyorsunuz ama balkon var balkona iniş yapın sandıkları alın ve yola devam edin.
Dışarıda şahsiyet bizi bekliyor elinizden geldiği kadar seri olun hatta R1 ile geçin bir yerde sabit kalmayın o dönene kadar vurun ama kombo çoğaltmaya çalışmayın hemen bozuyor. Bayıldıktan sonra kapmamız için yuvarlak çıkıcak kapın ve speed kill e başlayın. Bu şekilde devam edin sonunda sizi yine fırlatacak . geldiğiniz yerde ganimetleri alın yukardan devam edin. Save yerini gördünüz sağdan ilerleyin yukarı çıkın ve gözünün bebeğine kılıcı sokun. Küçük bir demo izledik şimdi merdivenin olduğu yerden sağa doğru ilerleyin. Yukarı zıplayıp tutunun ve yola kadar çıkın. Askerleri haklayıp kapıyı açın. Köprüye kadar gelin ve save atın. Dışarı çıkar çıkmaz karşıya koşun köprü yıkılıyor. Arena gibi bir yere geldik Colossus’un eli kopmuş alın ve ona geri iade edin. Burada deprem yapıyor hep aynı yerler çatlayıp doğalgaz çıkartıyor. Neden böyle dediğimi birazdan anlayacaksınız.Colossus’un her bayılmasında Olimpos Blade gelip güçlerinizi bırakın. Şimdi Colossus’a yaklaşıp bütün manayı boşaltın yoksa mındar gidecek. Bayılınca Olimpos Blade e gidip güçlerinizden vazgeçin. Şimdi iyice yaklaşın ve komboları saydırın bayılınca tekrar kılıca gidin iyice hırpaladıktan sonra kılıcı alıyoruz. Kılıçla şunu yapı L1+ÜÇGEN çok iyi bir seçim olur. Şimdi Colossus’un içindeyiz. Hep yukarı çıkıyoruz yol ayrımında ortaya gelin ve kılıcı batırın. Colossus’un içi mavi bir ateşle yanıyor fark etmişinizdir. Bence bu doğalgaz.Yani mavi enerji


OLAY ŞİMDİ BAŞLIYOR…
Demoları keyifle izlediniz heralde. Zaten God of War ın demolarını izlerken bir cips bir kola on numara olur hani… ben size yine de kısa bir özet geçeyim. Colossus her seferinde bizi forlatıyor ve Kratos Zeus’dan yardım istiyor. O da teklifi kabul edip kılıcı yolluyor. Şanssız bir şekilde enkaz altında kalıyoruz ve Zeus son darbeyi vuruyor. Burada Kratıs’un niçin diye soruşu çok dramatiktir. Zeus onun Olimpos’u asla hak etmediğini söylemesi ve bizim Ares’e yaptıklarımız bardağı taşıran damlalar oluyor. Kratos öldüğünde (e artık öldü hakketen) son rüyasında Gaia ile konuşuyor.
FIGHT SPARTAN
Gaia burada herkesin ağzından bizle konuşuyor. Zamanı geri çevirebileceğini her şeyin düzeltilebileceğini söylüyor. Bundan sonra dikkat edin save yerlerinde Zeus’un adı geçerken önce sonraları Gaia’nın adı geçecek.
CEHENNEMDEYİZ…
Eee demolar bitti ve cehennemde uyanıyoruz tekrar. Bu sefer pek uzun sürmüyor kare ile fazla uğraşmayın üçgen ile vuruş yapıp hemen ilerleyin. Pek takılmayın onlar güçsüz ama çok seri çıkıyorlar. Neyse cehennemden çıktınız sayıyorum.
BU SEFER KISA SÜRDÜ DEĞİL Mİ?
Solda ki askerimizle konuşun save atın ve BMW’ ye aman pardon pegasusa atlayın. Analog ile kontrol ediyoruz.kare ile hafif üçgen ile ağır atak yapıyoruz. L1 sola R1 sağa dash yapar. İlerliyoruz göklerdeyiz. Burada grfinler gelecek bir iki vurup tek hamlelik speed kill ile öldürün mana ve sağlık verecek. Size vururlarsa sol analog ile sağ sol yapın. Size ateş ederlerse x ile salto yapın boss geldiğinde de x ile salto iyi bir çözüm olur.
TITAN THE HAND CAVERN
Önce sağdan ilerleyin , aşağı inin ve beyaz sandığı ve kırmızı sandığı alın. Şimdi yukarı çıkıp diğer taraftan devam edin. Baya bi akrobasi yaptıktan sonra save yerine geldiniz. Dümdüz devam edin. İlerdeki kafesi kırın ve ipe atlayıp karşıya geçin. Karlı yere geldiğinizde bir demo girecek bu tür demolar nereye gideceğimizi gösteriyor. Kapı kapanınca kontrol sizde adamları haklayın. Kırdığınız yerden yukarı çıkın ve karşınıza ve kuşun olduğu yere geçin. Demoyu izleyin ve adamın bir iki zincirini kırın. Kurtarıcaz onu bu hayattan.. ama şimdi değil! Siz de sallanan zincirden aşağı inin yola devam edin demoda gösterilen mağraya girin. R1 ile yukarı atlayınca biraz ilerleyin ve aşağı giden zinciri bulun zincirle aşağıya inin ve hemen R1 ile yukarı çıkın beyaz kutunun önündeki engel kalkacak. Sandığı açın ve yola devam edin. Medusaların gelip kapının kitlendiği yerdeyiz. Hepsini öldürünce kapı açılıyor. Kapıyı açınca ilerdeki sütunları kırın ve karşıya geçin.
TYPHON’S CAVERN
Burada Typhon’u görüyoruz. , üflediği zaman değil de aralarda koşuyoruz, ara ara durma yerleri var. Bu şekilde yolun sonuna kadar gelin. Yolun sonundaki parlayan sütunları kırıp köprü yapın. Köprüden hemen geçmeyin arkanızda bir yol daha var ordan devam edin. Kırmızı orb sandıklarını alıp öyle köprüyü geçin. Tam ucunda iken R1 yapıyoruz. Atladınız ve Typhon’un okunu aldınız. Typhon’un diğer gözünü de kör edin ve geri gelin. Oku kullanmak için sağ yön tuşunu basıp silahı seçin ve yuvarlakla atış yapıyoruz. Silahı aldıktan sonra deneme yapabilmemiz için o sırada geçici olarak sınırsız mana veriyor. Orda deneyebilirsiniz. Adamları öldürün ve kapıyı açın kapıdan geçince oku çıkarın ve kafesi patlatın, hemen atlamıyoruz ilerde üç okçu var onları ok ile halledin sağ analog hedef değiştirir. Öldürün ve karşıya geçin. Kayaları kırın ve devam edin. Dışarıdayız geldiğimiz yerden aşağı iniyoruz. Aşağı inince hemen sağ tarafa yönelin tahta bir köprü var üzerinde de bir kafes oku çıkarın ve kafesi patlatıp karşıya geçin ganimetleri alıp geri gelin. şimdi adamın sallandığı yere gidiyoruz ama hemen değil. Duvara tırmandığınız yere kadar gelin ve sağdaki basamaklardan yukarı çıkın ok ile nişan alıp halatın ucundaki engeli kırın ve halatla yukarı çıkın yolun bittiği yerdeki ganimetleri alıp geri dönün adamın sallandığı yere gidiyoruz. Adama ok ile atış yapın. Demoyu izlediniz şimdi Rage of Titan’ı aldık. R3+L3 bizi moda bağlar. Denemesi bedava. Gelen adamları öldürdünüz yukarda iki tane zincir var hemen soldaki aşağı iner ona tutunun ve aşağı inip karşıya atlayın görüp de alamadığınız sandıkları aldınız. Şimdi en başa dönüyoruz. Pegasusun yakalandığı yere. Bütün parmaklara Rage of Titan yaptıktan sonra vuracaksınız. Hepsi açıldığı zaman pegasus serbest kalacak şimdi atlayın ve yola devam edin.

THE TEMPLE OF LAHKESIS
Tırmandıktan sonra önce sola gidip ganimetleri alın, şimdi merdivenleri kullanabilirsiniz. Balkonda biraz savaşıp en yukarı çıkınca köpekler geliyor onları da halledince yukarda sallanan cesetleri patlatın. Bir tanesi yerde kalacak. Alın ve asansörle aşağıya indirin. Kapıları açıp hızlıca içeri takla atın. Asma köprüye geldiniz. Yolun bittiği yerde içeri atlayın atlayın ve cerberusu öldürün. Sağ taraftaki heykeli kırın ve basamağı balkona sürükleyip üzerine çıkın. Duvara tutunup aşağıya inin burada baya bi yol var. Atlayıp hoplayıp zıpladıktan sonra balkona çıkın. Burası çok hareketli. Asansörle aşağıya iniyoruz. Sirenleri öldürünce kapı çatlıyor. Açılan kapıdan devam edin. Zincirden yürüyerek atların oraya varın.
THE STEEDS OF TIME
Yolun bittiği yere geldiğinizde kolu çekin halat aşağıya yaklaşacak ordan devam ediyoruz. Seyisle konuşup onu öldürücez. Sizi yakalarsa speed kill çıkıcak, fazla kombo yapmaya çalışmayın, çok fazla bozmasa da vurabiliyor. Sağ analoğu çok iyi kullanmanız lazım. Adam tepeye çıkınca öküzler gelecek öküzleri speed kille öldürün mana alırsınız aldığınız manalarla ok ile atış yapma şansını kazanırsınız. Adamı öldürün ve HORSE KEEPER’S alın. İçeri girin ve sağdan ilerleyip yukarı çıkın. Tepeye gelin ve halatla karşıya geçin. Açamadığınız kapıya anahtarı yerleştirin ve içeri girin. Tam karşınızdaki kürsüyede anahtarı yerleştiricez. Chronos ile konuşup CRONOS RAGE alın. Adamları öldürünce soldan devam edin ve yukarı çıkın. Şimdi atları koşturacağımız yerdeyiz. Önce sola gidin ve aşağı inip beyaz sandığı alın. Şimdi orta yere gelin ve ilk olarak yeşil kolu çekin, yeşil delik açılacak. Sola koşun ve hafif açılan yere anahtarı sokun. İkinci olarak yarasaları halledin ve kırmızı deliği açıp anahtarı sokun. Sıra diğerlerinde çok seri olucaz. Maviyi çekin yarasaya zıplayın ve anahtarı takın aynı şekilde diğerlerini de hallediyoruz. Hepsi tamam olunca ortadaki kolu çekiyoruz. Şimdi kırbaçlayın . deh deh…hadi olum… Demoyu izleyin ve zincirlerden geri dönün.

THE TEMPLE OF LAHKESİS 2
Suların aktığı yerdeyiz, hemen çıkmadan önce ilerdeki şelalenin arkasındaki sütunları yıkın kırmızı orbları alıp yukarı çıkın. Önce sağdan gidip kırmızı orbları alıyoruz sonra sola devam. Duvarda önce sola sonra aşağı. Aşağı inince sağdan tekrar aşağı beyaz sandığı alın. Sonra yukarı çıkın ve gitmediğiniz yerden devam edin. Önce heykelin ordan aşağı iniyoruz suyun ortasındaki mermeri çekin, sonra sol taraftaki kolu çekin. Şimdi suya dalıp karşı tarafa geçiyoruz. Amulet of Fates’i alıyoruz. Bu zamanı yavaşlatıyor. Yeşil parlayan heykellerin orda iken L1’e basıp R1 yaparsanız Statu of Fates’i kullanırsınız. Bu sırada sarı bir bar boşalıyor. Bu sırada zaman hep yavaş olarak seyredecek. Şimdi en geri gelin ve mekanizmanın üzerine çıkın. Zamanı yavaşlatın ve çıkan platformdan yukarı tırmanın. Bir üst kattayız, mekanizmanın üzerine çıkın ve zamanı yavaşlatın kadının eline oturun ve yukarı çıkın. Demoyu izledikten sonra hemen devam etmeyin sağ ve sol tarafta iki sandık alın ve heykelin kafasını patkatıp devam edin. Aşağı inin ve zamanı yavaşlata yavaşlata düşmanları öldürün. Heykeli tekrar patlatıp köprüden geçin. Şimdi o iki gözün önüne heykelleri koyucaz. Önce sağdaki ve soldaki sandıkları alın sonra merdivenlerden aşağı inin.

DESTINY’S ATRIUM
Siz aşağı inince kapılar tutulacak adamları haklayın ve kapıları açın. Burada sürekli hareket haline olmanızda yarar var. Kare kare üçgen iyi bir kombo seçimi olabilir. Adamları öldürünce diğer merdivenlerden yukarı çıkın ve heykeli bulun. Tam karşısında kol var heykeli biraz yaklaştırın ve kolu çekin. Kolu çekince platform aşağı inecek. Heykeli üzerine götürün ve tekrar kolu çekin sonra platformun üzerine çıkın ve heykeli bir tekmeyle kaldırımın üzerine yollayın. Gözden çıkan dalganın önüne götürün. Diğer heykele de aynısını yapın ve açılan terden ilerleyin.
THE BOG OF THE FORGOTTEN
Tanıdık bir sima ha? Dikkat edin ata kene gibi yapışmadan önce solda sandıklar var oyun ilerledikten sonra buraya tekrar geleceğiz sakın unutmayın. Evet ata kene gibi yapışın yol boyunca speed kill çıkıcak dikkat edin. Burada Barbar Haydar ile karşılaşıyoruz. Ha ben öle dedim adamın adını bilmiyorum. Çok dikkat ettim adı geçmiyor. Aha önceki oyunda da adı geçmiyordu. Ben de öle diyim bari dedim. Her ne kadar sürçileihsan ettimse affola. Şimdi Haydar ile karşılaşıyoruz. Öncelikle ben hep diyorum heyecan yok dikkatli ve sakin olun. At üzerindeyken baya bi kombo yapabilirsiniz ama çok gaza gelmeyin. (15-20 kombodan bahsediyorum.) önce atı öldürüyoruz. Şimdi haydar yerde bu sefer daha tehlikeli olacak. Combolar az ama öz olsun. Seçim sizin içinde üçgen olan komboları deneyin derim.mesela üçgen*3 yada kare kare üçgen olabilir. Çıkarttığı ölüleri ise hemen yuvarlak ile kapın ayak altında dolaşmasınlar. Biraz daha adam öldürünce...Annaaaaa ben bu adamı bi yerden tanıyommm emmeeee daha çıkaramadımmm diyeceksiniz. O adam kaptan ilk GoW da vardı. Hani şu Hydra’nın boğazında takılı kalan. Sizin tekmeyi attığınız saonra cehennem de yine karşılaşmıştık onunla. Bu sefer eski günleri pek yad edemiyorsunuz. Hal hatır saorcak vaktimiz yok öldürün ve devam edin. Şimdi haydar büyüyecek bu sırada hep aynı hareketi yapacak çok şanslısınız. Tokmağını sallıyor ve yere vuruyor. Tam yere vurduğunda komboları sıralayın tokmağı kaldırınca da kaçın. Son olara küçülecek. Son hali bu hayaletleri fırlatırken dikkat edin uzan durmakta fayda var. Sağ analoğu kullanın çok faydalı oluyor. Yere vururken uzak durmaya çalışın. Kapabilir sizi o sırada seri bir şekilde yuvarlak yapın baya bi ilerleyince speed kill çıkıcak yapın ve onan kurtulup BARBAR HAMMER’ı alın. Daldan karşıya atlayın ve yola devam edin.

THE TEMPLE OF THE EURYALE
Tapınağa gelince önce sağdan gidin yolun bittiği yere kadar gelin ve yerde yatan adamdan anahtarı alıp yol ayrımına geri gelip sola sapın. Geri geldiğiniz de iskeletler kalkmış olacak. çok şanslısınız ki bunlar Medi Evil değil. Zayıf olmalarına karşın çok hızlılar dikkat edin.
THE RUINS OF THE FORGOTTEN
İlerde domuzlar tepegözü çağıracak eğer domuz tepegözün üzerine çıkarsa hemen yuvarlakla tepegözü kapıp domuzu aşağı alın yerde iken hemen onu da kapın 2. yada 3. kapmanıza öldüreceksiniz kombo ile uğraşmayın. Tepegöz tek iken hareketi çok sade onu da kolayca öldürebilirsiniz. L1+KARE yada L1+YUVARLAK yapabilirsiniz. Sallanan yerdeki kapının engelini kaldırın ve içeri girin sağ taraftaki taş kırılıyor kırmızı orb olucak içinde. Önce sola ordan ortaya atlayın adamları öldürün ve ortadaki stunu kırın. Şimdi R1 ile atlayabiliriz burada birkaç atlayış yapacaksınız i,lerdeki balkona çıkıp soldaki sandığı alın. Şimdi bi çemerin içindeyiz önce karşıdaki kolu çekin açılan yerden içeri girin ve duvarı patlatın yerde yatan adamı suya bırakın ve diğer tarafa koşun şimdi çarkların ordayız çarkları hareket ettirerek karşıya geçin Chronos Rage i kullanın ilerde öküz uyanıyor. Oınu dahalledin parlayan yeri kırın karşıya geçin ve sarmaşığı takip edin. Vardığınız terde bir kapı var açın ve heykeli görün zamanı yavaşlatıp makaradan diğer tarafa geçip ilerleyin tahtaları kırıp R1 ile balkona atlayın. Heykelleri kırın ve açılan kapıdan ilerleyin. Attığınız kütüğü sallanan yere koyun ve ileri itekleyin. Şimdi altı parladı. Oraya geçin ve tamamen aşağı atın. İlk gittiğiniz yere köprü yapmış oldunuz. Aşağı inin ve duvara tırmanıp ilerleyin. Yerdeki adamla konuşun ve sırtınıza alın. Bunu makaraya koyup makarayı bozucaz. Makara bozulunca ilk makara vardı. O kırılacak. Şimdi tekrar gidin ve adamı koyduğunuz makaradan içeri girin. Cerberusu öldürün. Golden Fleece aldık.işte counter hareketini bununla yapıcaz. Tam size vurma anında L1 e basın. Altını çiziyorum L1 e basılı tutarsanız olmaz. Tam vurma anında yapacaksınız. Eğer bir medusanın sizi taşa çevirme anında yapğarsanız bir speed kill çıkıcak. O sırada gösterdiği tuşa basın. Eğer biri size ateş ederse tam ateşin vurma anında L1 e basın bu o ateşi geri yollar. Biri kılıçla size vuracakken basıp hemen ardından kareye basarsanız yere vurup etrafınızdakilerin dağılmasını sağlarsınız. Oyunda en çok hoşuma giden yenilik bu olmuştu. Şimdi ilk denemeyi yapıyoruz. Ateş eden kapıya biraz uzak durun ateşin düştüğü yere yakın. Tam ateş topu geldiğinde L1 e basın. Kapıyı patlattınız. Bunu çok iyi öğrenin çok işinize yarayacak. Şimdi tapınağa gidiyoruz. Kapının önüne gelin ve tam medusa sizi dondurmaya çalışırken L1 yapın. Kapıyı kırdınız. Burada biraz ilerleyince içerde Euryale var. Tam kırmızı yaptığında L1 yapın. Bunu çok kullanacaksınız burada. Yakın durmaya bakın çoğu hamlesini L1 ile kesebilirisiniz. God Mod da bitirmeme rağmen çok zor değildi. Öldürünce Head of Euryale’yi alabilirsiniz. Şimdi açılan yerden ilerliyoruz.
Burası karışık gibi ama değil. Önce hemen önünüzdeki kolu çekin sonra suya atlayın diğer kolu çekin. Hemen zamanı yavaşlatın suya dalın ve alttan karşıya geçin. Yukarı çıkın ve yelkenleri fora yapın. Hemen ilerde bir kol daha var onu da çekin açılan yerden geçin. Yukarıya çıkmadan R1 ile dash yapın diğer yerden çıkın. Sudayız yolun bittiği yere gelin ve yukarı çıkın. Merdiveni göreceksiniz sağdan ilerleyin ve heykelin önündeki makarayı çevirin.kapılar tutulacak. Adamları öldürün. Kapıları açtık. Şimdi geri dönün ve denizdeyken çıkmadığınız yerden çıkın. Şimdi sırasıyla kırmızı ve sarı dikitleri yukarı yollayın. Sarı dikitin olduğu yerde bir kol var çekin. Merdivenlerden yukarı çıkın. Ve eğer düşerseniz geleceğiniz merdivenin önünü açın. Hemen arkanızdaki kırmızı sandıkları alıp aşağı heykelin oraya varıp makarayı dmnderin gönder göğe erdiğinde zamanı yavaşlatıp sandıkları aldığınız yere çıkın. Olayı anladınız. Tam yukarı çıktığınızda zamanı bir kaz daha yavaşlatın ve cambazlığa başlayın. Baya bi hopladıktan sonra geldiğiniz yer5de kapıyı açın tahtadan köprüden ilerleyin ve golemi görün. Oldukça basit haklayın ve yola devam edin.merdivenlerden en yukarı.

DESTINY’S ATRIUM
Gidiceğiniz yer belli… Yalnız hemen gitmeyin ata kene gibi yapıştığınız yere dönün ve içi tıka basa dolu olan sandıkları alın. Şimdi kapıyı patlatın ve devam edin.
THE HALL of ATROPOS
Sağ tarafta save noktası olan yerdeki kapıdan ilerleyin kapılar tutulacak. Burada önce adamı halledin öküzleri sona bırakın yoksa bitmez. Adam sürekli çıkartıyor.şimdi asansörün üzerine bir heykel koyun, öbür heykeli de asansöre olduğunca yaklaştırın ama üzerine koymayın. Şimdi asansörü yukarı yollayın ve aşağı inene kadar öbür heykeli asansörün altına bir engel olarak koyun şimdi üzerine çıkıp devam edin. Yukarı çıkın ve kırık köprüye gelince sağdan devam edin. Aşağı gelince kapılar tutulacak. Öldürün ve kapılar açılsın. Kapılar açılınca statüyü önce kendinize çekip üzerine çıkın sonra ileri itikleyin onu kırık merdivenin altına götürün. Yukarı çıkınca önce sağda bir heykel var atkındaki taşı kırın ve heykeli aşağı atın. Sonra diğer tarafa geçin ve save noktasına kadar gelin. Burada baya bi hoplayıp balkona geçiyoruz. Köklerin ortasında bir mekanizma var. Orda durunca kökler köprü yapacak. Önce karşıya ordan sola sonra tekrar sola ve tekrar sola derken. Kapının oraya kadar geliyoruz. Son gittiğimiz yerde Perseus bizi bekliyor.
PERSEUS
Bu adamda çok artifak var. Siz sakin olun suda ayak izlerini takip etmek zor oluyor siz önce kare kare kare kombosunu yapın tam tutturduğunuz da kan gelicek vurduğunuz anlıyorsunuz yani. O sırada saydırın. Burada METAL GEAR SOLİD 1 oynayanlar zorlanmazlar. Orda Ninja yı nasıl hallediyorsak burada da öyle. İlk miğferini kıracağız. Şimdi pek kombo yaptırmayacak size koruma alıyor çok. L1’ deneyebilirsiniz. Kılıcı yukarı kaldırdığında sol analoğu sallayın. Yoksa çok sağlam vuruyor. İkinci kaptığımızda kılıcını kırıyoruz. Şimdi iş çok kolaylaştı. Son kapışınız olacak bu. Kalkanı alıyoruz ve adamın açtığı yoldan ilerliyoruz. Aşağı indik. Daha önce bir heykel yuvarlamıştık aşağıya onun önüne geçin ve kalkanı koyun. Sonrası belli. Onu yukarı yollayın ve hemen size diğer gözün önüne gelin ve L1 e basın. Şimdi açılan yerden gidiyoruz. İlerde yol ikiye ayrılıyor. Önce sağdan gidin ilerde tahteravelli tarzı bişe var orda sarmaşıklardan yukarı gidiyoruz. Kolu çekin ve kapıyı açın. Kargaya saplanan Spear of Destiny’i alın. Kapılar tutulacak. Açtığınızı düşünüyorum. Şimdi sağda heykel var maksat heykelin yüzünü tahteravlliye döndürmek. Ama hemen değil heykeli aşağıya götürün geldiğiniz yere doğru sudan atladnız yere yaklaştırın zamanı yavaşlatıp yol ayrımında yetişemediğiniz yerden devam edeceksiniz. İçeri girin ve sandıkları alın. Sonra heykeli yukarı çarkıfeleğin üzerine koyun. Ve döndürün. Yüzü tahteravelliye gelince durdurun ve araya sokun. Şimdi oraya gidiyoruz. Tam üzerindeyken zamanı yavaşlatın ve karşıya geçin.
CROSSİNG of the LOWLANDIS
Burası sırf ekşın. Hoplayı zıplıyorusunuz. Sonunda kendiniz bir mağrada bulacaksınız. İlerleyin ve gelenleri haklayın.
THE GREAT CHASM
Köprünün sonuna gidin. İcarusla kapışıcaz. Atakları kare kare üçgen ile yapıyoruz. Pek bir şey yok burada geldiğimiz yerde Atlas bizi bekliyor olacak.
ATLAS
İlk önce sola gidip save atın sonra geri gelip yukarı çıkın. Burada kanatları kullanıcaz. (Icarus wings) kanat çırpamıyorsunuz maalesef sadece süzülüyoruz ve uzun mesafe atlayışları yapabiliyoruz. X e basıp bir daha X yapın ve basılı tutarsanız kanatlarını açıp süzülür. Bu şekilde ilerleyin. En uçtaki mağraya geldik. Halkaların üzerinden geçeceğiz.. şu an makaraların üstündeyiz adamları öldürün daha rahat çalışırsınız yukarıya diğerlerinin seviyesine getirin. Ve karşıya geçin. Save yerinden yukarı tırmanın 2 tane taş var birini en baştaki yere kadar çekin. İlk geldiğiz yerdekini de yukarı çıkarın ve üzerine koyun. Şimdi alt altalar. Diğer yere götürün ve basamağa çıkın ve üstekini alın. Şimdi yukarı çıkın ve diğer tarata balkon gibi bir yer ister oraya atlayın orda sandık var. İsterseniz aynen yola devam edin. Şimdi gelen taşlara göre bir sağ bir sol yapıcağız. Bu şekilde yukarı tırmanın. Diğer taraftan aşağıya inerken R1 ile hızlı bir şekilde inin. En yukarı varınca Atlas’ın elinde olacağız. Sabırlı olun dayanın. Burada Atlas’ı ikna etmeye çalışıyoruz. Ona bize güvenmesi gerektiğinden söz edecek Kratos. İşiniz bitince Atlas size Depremini verecek. Aşağı yön tuşu + R2 kullandırır. Burada gelen adamlara deneyebilirsiniz zaten sınırsız mana var. Çok fazla kırmızı orb yeri tarif ettim. Aldıklarınızı önce Athena’s Blade’e ve Atlas’ın depremine yatırım yapın. En çok bunlar işe yarıyor.
THE GREAT CHASM 2
Tekrar yukarıdayız. Uça uça gidin son olarak yeşil sandığı alıyoruz.
THE PALACE OF THE FATES
Köprünün altındaki kolu çekin gelen adamları halledin, tepegöz muhabbeti var burada kolay yolunu sölemiştim deneyebilirsiniz. Adamlar ölünce kapının sağ tarafındaki kolu çekin kapı açılana kadar devam edin. Açılan yerden ilerliyoruz. Ortadaki kolu çekin burada hızlı olun hepsini almaya bakın. Chronos Rage size zaman kazandırabilir. Sol tarata aynı zamanda bir kol var. Orta kapıdaki kayayı tam ağza yaklaştırın mekanizma bozulunca kapı açılacak. Kapıdan girin ve sola sapın. Bahçeye geldik. Önce merdivenlerden çıkın ve makarayı döndürün. Ateş kesilince zamanı yavaşlatın ve ateşin kesildiği yerden geçin. Sağ taraftaki sandığı alıp devam edin. İlerdeki kolu çekip hemen geri gelin dumanın üzerinde iken kanatlar havalanıcak, kanatlarınızı açın ve kapanan yerden geçin. Sol tarafta mumların olduğu yerde ki yapıyı kırıp taşı alın.
AUDITORIUM OF LAHKESIS
Taşı götürüp adamın dua ettiği yere koyun savaşırken adamı geride bırakın ölmesin o bize lazım. Adamları halledince kitabı ona okutturun. Önce okumayacak. Siz onu ikna etmesini bilirsiniz. Son sözleri kanım senindir gibi bir şey ve adamı öldürücez. Şimdi parlayana yere gidip kapıdaki boynuzu alıp kapıyı açın. Yoldan ilerleyip bahçeye geri gelin tam karşınızdaki kapıya aldığınız boynuzu takın. Kapılar kapanmaya başlayacak adamları hemen öldürmeye bakın. Yolun bittiği yerde Athena ile konuşacağız.
THE GARDEN OF THE GODS
Solda sandıkları alın, kapıyı kırın ve ilerleyin. Uçarak geçicez, uçun ve duvara yapışın. Sandıkları gördünüz hemen yanındaki yerden aşağı inin merdivenden sandıkların yanındaki odaya çıkın. Ve alıp yola devam edin. Aşağı indiniz iki tane kol var. Gelenleri ateşle yakıcaz. Üzerinde yuvarlak çıkıncaya kadar vurun sonra da yakın. 3 tane yakınca kapı açılıyor. Ordan devam edin. Suya dalın ve karşıdan çıkın hemen arkanızda 2 tane sandık var. Alın ve devam edin. Donmuş yerdeyiz. Soldan duvara tırmanın ve bütün sarkıtları kırın. Aşağı inin ve kuşun arkasındaki kolu çekin. Erittiği yerdeki heykeli alın ve hemen içeri girdiğiniz yerdeki ışığa götürün. Tam doğru olduğunda ışık içeri aşağı doğru yansıyacak. Şimdi sağdaki kollara gidin. Amaç ışığın yansıyıp vurduğu yerde kalkanı birleiştirmek. Şimdi sadece ortadakini ve onun solundakini döndürmeniz yeterli. Heykelin buzları eriyince aşağı inin ve döndürerek bütün buzları eritin. Sandıkları alın ve aşılan yerden devam edin. Geldiğiniz yerde sinek kovaları var bunlar size engel olacak. Önce onları patlatın. Ve makarayı rahat rahat çevirin. Gelen zincire atlayın ve yukarı çıkın. Çıktığımız yer ana baba günü gibi burada baya bi sabır lazım. Siz hızlı olup önce köpekleri öldürün. Parazit gibiler hemen çoğalıyorlar.
Açılan yerde merdivenden çıkıp karşıya geçin. Bütün sandıkları alıp yola devam eidn. Heykeli alıp ileri götürün. Adam intihar ediyor. Heykeli kolla kaldırdığımız kepenkin altına götürün.içeri girin ve sol taraftaki namı diğer yıldız geçidinden geçip zamanı geri alın. Adamı kucaklayıp yazıyı okutun.şimdi olay başlıyor. Demoda gösterilen kapıdan ilerleyin. Önce makarayı çevirip biraz dumanla orta kata gelin ve kolu çekin şimdi aşağı inin ve tekrar kolu çekip kanatlarınızı açıp havalanın tavana yapıştınız. Yolun bittiği yere kadar gelin. Kapılar tutulacak. Adamları haklayın. Kapılar açılınca Cerberus resimli kapıya gidip açın. Asansörle aşağı iniceğiz. Biraz sıkıcı olabilir. Ama hepsini haklamanız lazım. Oldukça seri olun. Aşağı geldik. Halatla gidiyoruz. Halat yarıda kopacak. Okçuların olduğu yere geçip orda kim varsa temizleyin sonra karşı taraftaki duvara tırmanın ve karşıya geçin. Şimdi burada hemen yukarı çıkmayın tam ortada bir ışık var oku çıkarın ve oraya saydırın. Açılan yerden içeri girin ve sandıkları alın. Şimdi yukardayız. Önce sağ dalış yapın sonra sola rotanız böyle olsun.
THE PHOENİX CHAMBER
Yazıyı okuyun kolu gördünüz hemen çekmeyin. Soldan gidicez. Dikenlerin ordayız kolu çekin ve sol taraftaki duvarı kırıp hemen geri gelin. Dikenler yukardayken bir daha kolu çekin ve hemen zamanı yavaşlatın. Sandığı alıp geri gelin. Bir kez daha kolu çekin ve makaranın üzerindeki yakutu alıp geri gelin. Şimdi kolu son kez çekicez. Kolu çekin ve hemen zamanı yavaşlatın. Makaraya gidin ve döndürmeye başlayın. Çok değil biraz dönsün yeter. Bırakın ve hemen zamanı yavaşlatın şimdi sağ taraftan devam edin. İçerdeyiz duvardan lav akıyor. Onun hemen solunda tutunma yeri var tutunun. Ve karşıya geçip sandıkları alın. Şimdi sol tarafta bir heykel var. O sizin kalkanınız olacak savaşırken onun arkasında savaşacaksınız. Önce bir tekmeyle ileri doğru atın. Kaldırımların önünde olursa sizin için iyi olur. Ateş dumanı geldiğinde geri gelmez sabit kalır. Gelen adamları haklayın. Ve her fırsatta itekleyin. Ortadaki kolun önüne kadar gelin ve kolu çekin. Şimdi ordaki platform aşağı inicek. İlerde iki tane mekanizma var birine heykel koyacaksınız. Diğerine siz geçeceksiniz. Geçince ilerdeki parmaklık kalkıyor. Yukarda da tutunma yeri var tam zamanında R1 ile karşıya atlayın.şimdi çömleği alıp tam deliğine koyun. İlerdeki kolu çekin ve Phoenix’i serbest bırakın. Şimdi yukarı çıkıcaz. Asansörle yukarı çıkın. Boplas’ın kapısını açıp ordan ilerleyin. Yukarı çıkmadan soldaki sandığı alın. Yukarı çıkın ve Anka Kuşunu serbest bırakın. Şimdi aşağı inin ve demoda gösterilen kapıya gidin. Kolu çekip ordan duvara zıplayın ve zincirleri kırın. Açılan yerdeki statüyü alıp kolu çekin. Heykeli tam asansörün ile dışarısı arasına koyun. Ve tekrar kolu çekin tam kapanmayacak. Şimdi siz de yukarı çıkın ve statüyü asanörün üzerine çekin. Heykelin üzerine çıkıp zinciri kırın ve kapıyı açın. Makarayı çevirip sağa gidin. Ordaki makarayı da çevirin. Karanlıkta kimle savaştığınızı bilmeden biriyle savaşacaksınız. Ne diyeyim öldürün. Ve demoyu izleyin. Demoda Zeus Sparta’ya saldırıyor. Onu göreceksiniz.
BU NE BİÇİM BİŞİ BÖLE?
Bu yaratığın adını bilmiyorum mitolojiye bile baktım ama bulamadım. O yüzden mahluk diyicem kusura bakmayın lütfen. Önce canavarın sol koluna vuruyoruz. Biraz vurunca o sol kolunu yukarı doğru kaldıracak bu sırada ölen yandaşınızı alıp oradaki platforma koyun. Orta yer açılacak. Buarada canavarın üzerine süzülceksiniz. Tam yüzüne yaklaştığınızda L1+KARE yada L1+yuvarlak iyi bir seçim olur. Bu şekilde vurun kolunu ortaya batıracak. Batırdığı zaman koluna tırmanın ve kökünü kesin. Ucundan acık değil tamamını kesin. Şimdi sıra diğer elinde. Aynı işlemleri diğer eline de yapıyoruz. O elini de kesince adamı yiyecek. Şimdi kollarına vurun ortadaki kolu çekin ve köprüyü ağzına dayayın. Köprüden geçip Phoenix’e atlayın.
THE TEMPLE OF THE FATES
Sudan çıkıp ortadaki parıltılı şeyi kırın. Şimdi biri sağda diğeri solda olmak züere iki ane çan var. Önce sağdakine gidin. Ve çanı çalın. Şimdi orataya R1 ile atlayın ve kütüğü tutup diğer çana doğru sallayın. O da çalınca heykel çatlayacak. Şimdi aşağı inin ve mavi kolu çekin. Ordaki kütüğün tam yatağına gelmesi lazım. Gelince yukarı çıkın ve çanı çaldığınız kütüğü heykele yöneltip sallayın. Heykel kırlacak. Şimdi ister ilerleyin isterseniz sağ ve sol balkondaki sandıkları alın. Nasıl derseniz şöyle; kütüğü oraya bi,r köprü biçimine geitreceksiniz. Tam o sırada zamanı yavaşlatın ve kütüğe çıkıp balkona atlayın. Bunları da alıp yola devam edin. Sav ve soldaki sandıkları almayı unutmayın.

THE THRONE OF LAHKESIS
Burada bütün yeteneklerinizi sergileyeceksiniz. Ona göre yani.. size not verecem bakalım ne kadar öğrenmişsiniz

THE LOOM CHAMBER
Soldan giidn önce hatun kollarını sallıyor. Bir iki vurunca hemen bayılacak ama geçici. Bayılınca makarayı çevirin. Bu şekilde davranacağız. Şimdi sağdan gidin makara var ileride çevirince dönmüyor. Cesetleri parçalayın ve makarayı çevirin. Zincirden çıkın. Şimdi…
Önce soldan gidip kolu çekin kapak açılacak. İçerde bir sandık var atlayın alın ve dışarı çıkın şimdi koluna vurun ve bayıltın. Sonra kapağı kapayın. Eli sıkışacak. Öle kaldı o. Aynen yola devam edin diğer koluna da vurup bayıltın zincirle yukarı çıkın ve kolu çekin. Aha da eline iğne battı. Şimdi başta bir mekanizma vardı oraya gidiyoruz. Onu çekin ve en sona kadar getiirin. Bir el onu bekliyor. Mavi yanınca mekanizmanın ortasına gelin çömleği eline alacak. Şimdi bir sola getirecek ve kolu tekrar bayıltın eli batacak. Bu kadar. Şimdi zincirle yukarı çıkıp yüzleşin. Eline vurun ve makarayı çevirin giyotin tarzı bir şey oraya gelecek. Şimdi zamanı yavaşlatın ve ilkini de bayıltın çift taraflı baltayı ona döndürün ve sallayın. Gerisini anlatmak istemiyorum yaşamak lazım… Şimdi yukarı çıkıyoruz yukarda tam aynanın önünde kol var onu çekin ve aşağı inin tam ortanın bir sağındaki makara doğru olan onu çekin çekin çekin… Doğru an geldiğinde Kratos durup kum saati akmaya başlayacak hemen zamanı yavaşlatın ve yukarı aynaya koşup dalışınızı yapın.
THE SUMMIT OF SACRIFACE
Burada Zeus ile kapışıyoruz. Tabi Zeus tam bizi öldürürken tek ve ebedi dostumuz biz gelip bizi kurtarıyoruz. Zeus duruma çok şaşırıp soruyor bu nasıl olur diye? Kız kardeşler buna nasıl izin verdi diyor. Yanıt basit “kız kardeşler öldü!”
İlk bizi alıp göğün bir katına çıkaracak. Burada Siren’ler var. Onları öldürürken kapıp öyle öldürün. Bu Zeus’a etki ediyor. Bu şekilde vurun sonunda elini kapın. Şimdi bizim boyutumuza indi. Burada yine L1 i çok kullanacağız hele de onun yıldırımlarını geri yollarsanız bu size yol, su ve elektrik olarak geri dönecek. Silahını kapınca da çok kombo yapmayın iki vurun hemen takla atın. Bir şekilde ilerlediniz ve Zeus’u kapıp harabeye fırlattınız. Burada Zeus’u öldüremeyeceğinizi anlar gibi oluyorsunuz. İşte şimdi bir Ali Cengiz Oyunu yapma zamanı geldi. Kendiniz Zeus’a teslim eder gibi oluyorsunuz. Burada çok speed kill çıkacak. Dikkatli olun ve haklayın sonrasında Athena geliyor hani bana diyor

Burada oyun bitiyor zaten.

Etiketler:
bad war,
god,
god of war 2,
war,
world of warcraft
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)